Dostum, mesele dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyor:
“Allah neden yarattı, cehennem niye var, insanlar neden sınanıyor?” ya da "Cehennem için" pardon "için"
Bu sorular, sadece teolojik bir merak değil; insanın kendi varoluşunu anlamaya çalışmasının ifadesidir anlıyorum.
Sorun şu ki, çoğu zaman senin cevapların gerçeği aramaktan çok, bir tarafı haklı çıkarma çabası oluyor.
Kimi “Allah zaten cehennem için yarattı” der, kimi “herkes kurtulacak” der.
Ama Kur'an'a ve akla birlikte bakınca tablo daha açık:
Allah kimseyi zorla bir yere koymuyor; insan kendi seçimleriyle yönünü belirliyor.
1. Yaratılışın amacı: Kulluk ve Farkındalık
Kur'an bu konuda zaten oldukça nettir:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zâriyât 51/56)
Bu ayet, “itaat edin yoksa yanarsınız” anlamında bir tehdit değil; “varlık nedeninizi fark edin” anlamında bir çağrıdır.
Kulluk, Tanrı'ya hizmet değil; insanın kendini ve hayatı anlamlandırma biçimidir
İbadet, insanın varoluşuna yön vermesi, hayatına anlam katmasıdır.
Kulluk; özgür iradenin Tanrı'ya teslim edilmesi değil, o özgürlüğün doğru yönlendirilmesidir.
2. İmtihan ve Özgür İrade
“Biz yeryüzündeki her şeyi, kimin daha güzel amel edeceğini denemek için yarattık.”
(Kehf 18/7)
Bu ayet açıkça gösterir: Hayat bir
imtihandır ama zorunluluk değil,
özgürlük alanıdır.
Allah, insana akıl, vicdan ve irade vermiştir.
O halde insan, davranışlarının sonucundan da sorumludur.
Birine önceden “cehennemlik” damgası vurmak,
Nisâ 4/40'ın “Allah zerre kadar zulmetmez” ilkesine açıkça ters düşer.
“Allah insanlara asla zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”
(Yunus 44)
İnsanın cehenneme gitmesi Allah'ın isteği değil, kendi seçimlerinin doğal sonucudur.
Bu anlamda
A‘râf 7/179'da geçen “Biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık” ifadesi, bir
amaç değil,
akıbet bildirmektedir.
Klasik müfessirlerin tamamı (Elmalılı, Râzî, İbn Kesîr) bu konuda hemfikirdir:
“Onların cehennem için yaratılması, o sonuca gidecek kabiliyeti yanlış yönde kullanmaları nedeniyledir. Allah onları akıllı yarattı, ama onlar akıllarını küfür yolunda harcadılar.”
(Elmalılı Hamdi Yazır, A‘râf 179 Tefsiri)
Yani mesele Tanrı'nın iradesi değil, insanın yönelimiyle ilgilidir.
3. Rahmet ve Adalet Dengesi
“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.”
(A‘râf 7/156)
Bu ayet Allah'ın yaratışında temel ilkenin
rahmet olduğunu bildirir.
Cehennem bile bu rahmet sisteminin dışına çıkmaz; çünkü o da adaletin bir sonucudur.
Kötülük cezasız kalmaz, iyilik karşılıksız bırakılmaz.
İşte bu nedenle:
“Kim bir iyilik yaparsa kendi lehinedir; kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir? Rabbin kullara zulmetmez.”
(Fussilet 46)
İmtihanın anlamı da burada yatar: İnsanın kendi iç dünyasında adaletle yüzleşmesi.
4. Felsefî Bakış: Özgürlük, Bilinç ve Anlam
Teolojinin anlattığı şey, felsefede “özgür irade problemi” olarak bilinir.
Eğer Tanrı her şeyi biliyorsa, insanın seçimi gerçekten özgür müdür?
İslam kelamcıları bu paradoksu şöyle çözer:
Allah bilir, ama zorlamaz.
Bilgi ile zorlama aynı şey değildir.
İnsan seçimlerinde özgürdür, sonuçta o seçimi yaratan kudret yine Allah'tır.
Bu,
ilahi bilginin iradeyi yok etmediği, sadece sonucu önceden bildiği anlamına gelir.
Varoluş felsefesi açısından da insan, anlamını kendisi kuran bir varlıktır.
Kur'an bu farkındalığı “akletmek” kavramıyla tanımlar:
“Onlar yeryüzünde gezmezler mi ki kalpleriyle düşünsünler, kulaklarıyla işitsinler?”
(Hac 22/46)
Yani akıl, iman kadar kutsaldır.
İman, düşüncenin bittiği yerde değil, düşüncenin olgunlaştığı noktada başlar.
5. İnsan, Hayvan ve Bilinç
Kur'an, insanın sorumluluğunu hayvanî bilinçle kıyaslayarak açıklar:
“Kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler; onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdadırlar.”
(A‘râf 7/179)
Bu ayet kimseye hakaret değildir; bir bilinç eleştirisidir.
Hayvan içgüdüyle hareket eder; insan ise bilinçle.
Eğer insan, aklını ve vicdanını kullanmazsa, farkını yitirir.
Köpek sadakatiyle, eşek sabrıyla bir değere sahiptir; ama insan,
bilinçli tercihiyle değer kazanır.
Bu yüzden asıl “insanlık”, konuşmakla/aşşağılamakla veya "Laf sokmak" ile değil,
anlamak ve saygı duymak ile başlar.
6. Ahlak ve Tartışma Üzerine
Bu noktadan sonra tartışma, bilgi alışverişi olmaktan çıktı ve egoya/kazanmaya dönütü.
Bazı insanlar konuşurken anlamaya değil, kazanmaya çalışır.
Oysa ilim, ses yükseltilerek değil, delil yükseltilerek savunulur.
Kur'an bile “Onlarla en güzel şekilde tartışın.” (Nahl 16/125) der.
Yani bir meselede saygı yitirildiğinde, hakikat arayışı da biter.
Gerçek inanç, sadece Allah'a yönelmekte değil,
insana saygı gösterebilmekte yatar.
Birinin fikrine saldırarak değil, düşüncesini anlamaya çalışarak insan olunur.
Kur'an'ın “insan” kavramı, hem aklı hem ahlakı kapsar.
İkisi birden yoksa, o zaman insan sadece
biyolojik bir varlık olarak kalır.
7. sonuç
Sonuç olarak:
Allah'ın bir
ihtiyacı yok; insanın
anlam bulma ihtiyacı var.
Kulluk, Allah'a hizmet değil, insanın kendi varlığını anlamlandırma biçimidir
Cehennem ise bu özgürlüğün karanlık yüzü: Kim özgürlüğünü inkârla kullanırsa, sonuç orası olur.
Ve eğer bir tartışma bu kadar ayet, bu kadar açıklamadan sonra hâlâ “ama…” ile başlıyorsa,
Orada bilgi değil,
niyet sorgulanmalıdır.
Benim niyetim anlamak.
Anlamamakta ısrar edenin meselesi artık benimle değil, kendi vicdanıyla ilgilidir.
Bu yüzden,
insan olalım.
Sesimizi değil, sözümüzü yükseltelim.
Tepkiyle değil, tefekkürle konuşalım.
Çünkü köpek sadakatle, eşek sabırla yaşar ama insan,
bilinciyle insan olur.
@Hazarcobann
Teşekkür ederim.