En doğru yönetim şekli nedir?

Osmanlı'da baştakiyle işimiz yok zaten devşirme sistemine az göz atarsan anlarsın zaten benim söz ettiğim çocukların seçilmesi ve benzetme olarak gittim o konudan, devşirme sisteminde fiziksel özellikler, akli denge gibi konulara göre seçilirdi çocuklar ben bu kısımdan söz ediyorum. İq ve liyakat aynı şey değil zaten ama liyakat sahibi kimsenin 80 iq olmasını bekleyemeyiz ki ben iq testlerini liyakatli kişiyi seçenlerin seçilmesi adına söylemiştim.
Baştaki kişi ile işimiz olmasaydı; kötü bir padişah tahta çıktığı zaman ülke zayıflamaz, Fatih gibi bir deha tahta çıktığında ülke gelişmezdi. Zira zaten aşırı liyakatli kadrolarımız olduğu için baştaki kötü de olsa bürokratik sistem kendini götürürdü. Ama tarihte böyle bir şey olmamış. Hatta baştaki adamların vizyonsuzluğu hem ilimde gerilememize hem de devşirme sisteminin bozulmasına neden olmuş. Bak şöyle düşün. O devşirmeleri eğitenler var değil mi? O eğitenleri seçen ve işten çıkaran kim? Padişah. Medreselerdeki eğitimin kalitesini arttıran ya da açılmasını sağlayan kim? Padişah. Vizyonlu olması gereken kim? Gene padişah. O zaman baştaki yanlış kararlar alırsa bu kademe kademe en alt tabakaya kadar bir hata silsilesi halinde gidecektir. Zaten senin dediğin şekli ile padişah ile işimiz olmasa, çağı takip ederdik. Ama gel gör ki bahsettiğin liyakatli devşirme kadroları değil, 2. Mahmut yani baştaki kişi devletin çağa ayak uydurmasına ön ayak oldu. Hatta devşirme sisteminin felaket bir hale gelmesinden -ki o sistemi bu hâle getiren baştaki kişilerin mallığıdır- 2. Mahmut Devşirmeleri tamamen bitirdi. Ve bu bir hata da olmadı.

Mevzu bahis ülke olduğunda görevdeki herkesin liyakati önemlidir. Hele baştakinin çok önemlidir. Başarısız bir adamın, 30 sene yönettiği ülkede liyakat kalır mı? Bu sorunun cevabının içinde yaşadığın için cevabı sana bırakıyorum :D
 
Baştaki kişi ile işimiz olmasaydı; kötü bir padişah tahta çıktığı zaman ülke zayıflamaz, Fatih gibi bir deha tahta çıktığında ülke gelişmezdi. Zira zaten aşırı liyakatli kadrolarımız olduğu için baştaki kötü de olsa bürokratik sistem kendini götürürdü. Ama tarihte böyle bir şey olmamış. Hatta baştaki adamların vizyonsuzluğu hem ilimde gerilememize hem de devşirme sisteminin bozulmasına neden olmuş. Bak şöyle düşün. O devşirmeleri eğitenler var değil mi? O eğitenleri seçen ve işten çıkaran kim? Padişah. Medreselerdeki eğitimin kalitesini arttıran ya da açılmasını sağlayan kim? Padişah. Vizyonlu olması gereken kim? Gene padişah. O zaman baştaki yanlış kararlar alırsa bu kademe kademe en alt tabakaya kadar bir hata silsilesi halinde gidecektir. Zaten senin dediğin şekli ile padişah ile işimiz olmasa, çağı takip ederdik. Ama gel gör ki bahsettiğin liyakatli devşirme kadroları değil, 2. Mahmut yani baştaki kişi devletin çağa ayak uydurmasına ön ayak oldu. Hatta devşirme sisteminin felaket bir hale gelmesinden -ki o sistemi bu hâle getiren baştaki kişilerin mallığıdır- 2. Mahmut Devşirmeleri tamamen bitirdi. Ve bu bir hata da olmadı.

Mevzu bahis ülke olduğunda görevdeki herkesin liyakati önemlidir. Hele baştakinin çok önemlidir. Başarısız bir adamın, 30 sene yönettiği ülkede liyakat kalır mı? Bu sorunun cevabının içinde yaşadığın için cevabı sana bırakıyorum :D

Dostum anlattıklarını ben de biliyorum doğru konuşmuşsun fakat takıldığın nokta çok farklı, Osmanlı meritokrasi kullanmadı sonuçta ben sadece çocukların seçilme şartlarına alıntı yaptım ki zaten örnek yüzeysel ve o kadar derine inmeye kalkarsak farklar illaki çoğalacaktır.

İşte meritokraside liyakatli kimseleri başa geçirmek için devreye giriyor. Türkiye'nin başındaki kişinin seçilirken liyakati göz önünde bulundurulmadığı için sonuç ortada, daha fazla girmeyeyim Silivri soğuktur.
 
Dostum normalde senin gibi cevap verenlere gülücük atıyordum ancak sen araştıran ve fikirlere saygı duyduğuna inandığım bir kişi olduğun için şöyle söyleyeyim:

İslamî usuller ile devlet yönetme iddiası, İslâm'a en çok zarar veren şeydir. Dünyada doğru uygulanan ve kendi savunduğu şeye zarar vermeyen tek bir radikal yönetim yoktur.
Hele bu teokratik yönetimlere geldiği zaman bu durum iyicene felaket bir hâl alıyor. Zira insan, pis bir varlıktır. Din özellikle refah seviyesi düşük insanları kandırmanın ve onları şükürcü aptallar yapmanın en basit yoludur.

Dini yönetimler, devleti yönetenlerin hesap verebilirliğini azaltır zira bu yönetenler işlerini dini referans alarak yaptıklarını iddia edecekler ve onlara muhalefet edenleri münafıklık ile suçlayacaklar ve çok rahat bir şekilde her boku yiyecekler.

Dini yönetimler, bürokrasi içerisindeki kişilerin keyfî uygulamaları ve bir yerlerinden hadis, ayet uydurması ile birlikte kendi dinlerine de zarar verecekler.

Ahlaki boyutuna gelirsek, İslâm bize göre hoşgörü dinidir. Her şey Allah ile kul arasındadır. Kul, kula karışamaz.
İsteyen namaz kılar, istemeyen kılmaz. İsteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz. Bu Mevlam ile o kulları arasındadır. Seni, beni bağlamaz. Biz yalnızca tavsiye verebiliriz. Aksi takdirde kac yaşına gelmiş adama "Bak Allah böyle buyuruyor, böyle yapacaksın" demeye hakkımız yok. O bizim inandığımız gibi inanmıyor olabilir. İçki içer, başörtüsü takmaz ama ben müslümanım der. Hiçbir farzı yerine getirmeden ben müslümanım diyebilir ve bizim ona bir şey deme hakkımız yahut onu "sen müslüman falan değilsin" diyerek onu afaroz etme hakkımız yok. Dediğim gibi onun bu tutumları yalnızca kendini etkiliyorsa bizi bağlamaz. Bu Allah ile onun arasında görülecek bir hesaptır.

Aksi takdirde baş örtüsü takmayan bir kadının kafasına baş örtüsünü zorla mı geçireceğiz? Kadın: "Hayır, benim inandığım İslâm hoşgörülü ve özgür bir dindir ve ben böyle inanıyorum." diyebilir.
İnançta esas, inancın özünü kavramaktır. O ilahî boyuta erişebilmek ve yürekten bağlılıktır. Bizim insanlara bir şeyleri dayatıyor olmamız bize kalitesiz inananlar verecektir. Bu ne demek? Bu demek ki, adam namazını kılacak ama neden kıldığını bilmeyecek. Araştırmayacak, sorgulamayacak. Yalnızca toplum baskısından ötürü müslümanım diyecek ve gerekliliklerini yapıyor gibi görünecek. Bu da Hucûrat 14'deki gibi bir mümin âlemi yaratmış olacak. Üstüne üstlük bağnaz, yobaz, cahil bir mümin toplumu oluşturup İslâm'a devasa bir darbe indirmiş olacağız.

Peki, laik devlet İslâm'a zarar veriyor mu?
Eğer laiklik=din düşmanlığı gibi bir garâbete kapılıyorsak evet.
Ancak bu işin doğrusu Laiklik=din ile devlet işlerinin ayrılması yani devletin dinlere karşı apateist, apolitik bir tutum almasıdır. Laik devlet senin neye inandığını sormaz. Ne istediğini sorar. Mesela A bölgesindeki kişiler camii istiyorsa, Laik Devlet onalara camii verir.
B bölgesindekiler kilise istiyorsa, onlara kilise verir. Teolojik bir eğitim isteniyorsa, ilahiyat fakültesi açar. Ancak devlet gözetimi dışında ve baskıcı hiçbir yapıya müsaade etmez.
Laik devlet yapısı, insanlara başka insanların özgürlüğüne zarar vermeden kendi inanç özgürlüğünü yaşama ortamı verir.

Bu insanların toplum baskısından çekindikleri için değil, gerçekten istedikleri için inanmalarını sağlar. Bu da kaliteli bir inanan kitlesi demektir. Kaliteli müminler de İslâm'ın yayılmasını kolaylaştırır. Ayrıca baskı da ortadan kalktığı için din düşmanı olan grupların eleştirilerinin de bir önemi kalmaz. "Yiğit at, kendine çubuk vurdurmaz." Senin dininin müminleri neye neden inandığını çok iyi biliyor ve etraftaki kişileri de bu özü anlatarak, hoşgörü ile davet ediyorsa kimse o dine dil uzatamaz. Uzatsa da kimse o uzatanları önemsemez.

Başta dediğim gibi hiçbir teokratik yönetim başarılı olamamış ve bir fiyasko olmuştur.
Baskıcı yönetim az önce dediğim gibi kaliteli imânı da azalttığı için, kalitesiz inananlara sahip olan din bir paçavra hâline gelecek. Bu da özellikle gençlee üzerinde imân zayıflamasına ya da dinden kopmalara sebebiyet verecek. Çünkü o genç etrafına baktığında İslâm'ın bir karanlıktan başka bir şey olmadığını görecek ve dinimiz ona itici görünecek. Arabistan, İran, Afganistan gibi sözde İslâm rejimleri sayesinde oryantalistlerin eline koz geçiyor ve inanan müminler kendi dinlerinden soğuyorlar.

Son olarak, başka toplumlarda inanç Allah korkusuna dayanır. Bizde ise Allah sevgisine dayanır. Bizde Allah aşkı vardır. Bizde Mevlânalar, Yunus Emreler vardır.
Bizler cenneti garantilemek için değil, bu işin özünü kavradığımız için imân ederiz.

"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
(..)
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni"

Bizim imânimız budur. Biz insanlara Allah'ın müjdelerini, bu işteki kutsal özün ne olduğunu insanlara anlatarak insanları bu inanca çağırmalıyız. Dinimizi siyaset ve devlet politikası gibi pis işlere alet ederek değil.

İslâmî bir rejimi savunmak, İslâmı savunmak değildir.

"Ben tebaamın müslümanını camide, hıristiyanını kilisede, Mûsevî'sini havrada farkederim, aralarında başka bir fark yoktur” demiş II. Mahmud. Biz İslam devletiyiz deyince İslâmı kurtarmış olmuyoruz.
Teokratik rejimler dinleri hacıların, şeyhlerin, psikoposların, keşişlerin, sözde evliyaların eline bir silah olarak vermekten başka bir şeye yaramayacak. Ancak işin özüne vâkıf olursak, işte o zaman İslâm Âlemi uyanıyor demektir.

Dikkat ediniz ki Şeriat en çok Batılı Devletlerce desteklenir. Çünkü dinimiz bir paçavra hâline gelecek ve bizleri kullanmak kolaylaşacaktır.

Saygılar, hürmetler.

@The_Türk sizlerin de okumanızı rica ederim.
 
Dostum normalde senin gibi cevap verenlere gülücük atıyordum ancak sen araştıran ve fikirlere saygı duyduğuna inandığım bir kişi olduğun için şöyle söyleyeyim:

İslamî usuller ile devlet yönetme iddiası, İslâm'a en çok zarar veren şeydir. Dünyada doğru uygulanan ve kendi savunduğu şeye zarar vermeyen tek bir radikal yönetim yoktur.
Hele bu teokratik yönetimlere geldiği zaman bu durum iyicene felaket bir hâl alıyor. Zira insan, pis bir varlıktır. Din özellikle refah seviyesi düşük insanları kandırmanın ve onları şükürcü aptallar yapmanın en basit yoludur.

Dini yönetimler, devleti yönetenlerin hesap verebilirliğini azaltır zira bu yönetenler işlerini dini referans alarak yaptıklarını iddia edecekler ve onlara muhalefet edenleri münafıklık ile suçlayacaklar ve çok rahat bir şekilde her boku yiyecekler.

Dini yönetimler, bürokrasi içerisindeki kişilerin keyfî uygulamaları ve bir yerlerinden hadis, ayet uydurması ile birlikte kendi dinlerine de zarar verecekler.

Ahlaki boyutuna gelirsek, İslâm bize göre hoşgörü dinidir. Her şey Allah ile kul arasındadır. Kul, kula karışamaz.
İsteyen namaz kılar, istemeyen kılmaz. İsteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz. Bu Mevlam ile o kulları arasındadır. Seni, beni bağlamaz. Biz yalnızca tavsiye verebiliriz. Aksi takdirde kac yaşına gelmiş adama "Bak Allah böyle buyuruyor, böyle yapacaksın" demeye hakkımız yok. O bizim inandığımız gibi inanmıyor olabilir. İçki içer, başörtüsü takmaz ama ben müslümanım der. Hiçbir farzı yerine getirmeden ben müslümanım diyebilir ve bizim ona bir şey deme hakkımız yahut onu "sen müslüman falan değilsin" diyerek onu afaroz etme hakkımız yok. Dediğim gibi onun bu tutumları yalnızca kendini etkiliyorsa bizi bağlamaz. Bu Allah ile onun arasında görülecek bir hesaptır.

Aksi takdirde baş örtüsü takmayan bir kadının kafasına baş örtüsünü zorla mı geçireceğiz? Kadın: "Hayır, benim inandığım İslâm hoşgörülü ve özgür bir dindir ve ben böyle inanıyorum." diyebilir.
İnançta esas, inancın özünü kavramaktır. O ilahî boyuta erişebilmek ve yürekten bağlılıktır. Bizim insanlara bir şeyleri dayatıyor olmamız bize kalitesiz inananlar verecektir. Bu ne demek? Bu demek ki, adam namazını kılacak ama neden kıldığını bilmeyecek. Araştırmayacak, sorgulamayacak. Yalnızca toplum baskısından ötürü müslümanım diyecek ve gerekliliklerini yapıyor gibi görünecek. Bu da Hucûrat 14'deki gibi bir mümin âlemi yaratmış olacak. Üstüne üstlük bağnaz, yobaz, cahil bir mümin toplumu oluşturup İslâm'a devasa bir darbe indirmiş olacağız.

Peki, laik devlet İslâm'a zarar veriyor mu?
Eğer laiklik=din düşmanlığı gibi bir garâbete kapılıyorsak evet.
Ancak bu işin doğrusu Laiklik=din ile devlet işlerinin ayrılması yani devletin dinlere karşı apateist, apolitik bir tutum almasıdır. Laik devlet senin neye inandığını sormaz. Ne istediğini sorar. Mesela A bölgesindeki kişiler camii istiyorsa, Laik Devlet onalara camii verir.
B bölgesindekiler kilise istiyorsa, onlara kilise verir. Teolojik bir eğitim isteniyorsa, ilahiyat fakültesi açar. Ancak devlet gözetimi dışında ve baskıcı hiçbir yapıya müsaade etmez.
Laik devlet yapısı, insanlara başka insanların özgürlüğüne zarar vermeden kendi inanç özgürlüğünü yaşama ortamı verir.

Bu insanların toplum baskısından çekindikleri için değil, gerçekten istedikleri için inanmalarını sağlar. Bu da kaliteli bir inanan kitlesi demektir. Kaliteli müminler de İslâm'ın yayılmasını kolaylaştırır. Ayrıca baskı da ortadan kalktığı için din düşmanı olan grupların eleştirilerinin de bir önemi kalmaz. "Yiğit at, kendine çubuk vurdurmaz." Senin dininin müminleri neye neden inandığını çok iyi biliyor ve etraftaki kişileri de bu özü anlatarak, hoşgörü ile davet ediyorsa kimse o dine dil uzatamaz. Uzatsa da kimse o uzatanları önemsemez.

Başta dediğim gibi hiçbir teokratik yönetim başarılı olamamış ve bir fiyasko olmuştur.
Baskıcı yönetim az önce dediğim gibi kaliteli imânı da azalttığı için, kalitesiz inananlara sahip olan din bir paçavra hâline gelecek. Bu da özellikle gençlee üzerinde imân zayıflamasına ya da dinden kopmalara sebebiyet verecek. Çünkü o genç etrafına baktığında İslâm'ın bir karanlıktan başka bir şey olmadığını görecek ve dinimiz ona itici görünecek. Arabistan, İran, Afganistan gibi sözde İslâm rejimleri sayesinde oryantalistlerin eline koz geçiyor ve inanan müminler kendi dinlerinden soğuyorlar.

Son olarak, başka toplumlarda inanç Allah korkusuna dayanır. Bizde ise Allah sevgisine dayanır. Bizde Allah aşkı vardır. Bizde Mevlânalar, Yunus Emreler vardır.
Bizler cenneti garantilemek için değil, bu işin özünü kavradığımız için imân ederiz.

"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
(..)
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni"

Bizim imânimız budur. Biz insanlara Allah'ın müjdelerini, bu işteki kutsal özün ne olduğunu insanlara anlatarak insanları bu inanca çağırmalıyız. Dinimizi siyaset ve devlet politikası gibi pis işlere alet ederek değil.

İslâmî bir rejimi savunmak, İslâmı savunmak değildir.

"Ben tebaamın müslümanını camide, hıristiyanını kilisede, Mûsevî'sini havrada farkederim, aralarında başka bir fark yoktur” demiş II. Mahmud. Biz İslam devletiyiz deyince İslâmı kurtarmış olmuyoruz.
Teokratik rejimler dinleri hacıların, şeyhlerin, psikoposların, keşişlerin, sözde evliyaların eline bir silah olarak vermekten başka bir şeye yaramayacak. Ancak işin özüne vâkıf olursak, işte o zaman İslâm Âlemi uyanıyor demektir.

Dikkat ediniz ki Şeriat en çok Batılı Devletlerce desteklenir. Çünkü dinimiz bir paçavra hâline gelecek ve bizleri kullanmak kolaylaşacaktır.

Saygılar, hürmetler.
Din açısından bakarsak Agnostiklik daha mantıklı ve somut geliyor hocam ben de bir agnostiğim bu arada.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Dostum normalde senin gibi cevap verenlere gülücük atıyordum ancak sen araştıran ve fikirlere saygı duyduğuna inandığım bir kişi olduğun için şöyle söyleyeyim:

İslamî usuller ile devlet yönetme iddiası, İslâm'a en çok zarar veren şeydir. Dünyada doğru uygulanan ve kendi savunduğu şeye zarar vermeyen tek bir radikal yönetim yoktur.
Hele bu teokratik yönetimlere geldiği zaman bu durum iyicene felaket bir hâl alıyor. Zira insan, pis bir varlıktır. Din özellikle refah seviyesi düşük insanları kandırmanın ve onları şükürcü aptallar yapmanın en basit yoludur.

Dini yönetimler, devleti yönetenlerin hesap verebilirliğini azaltır zira bu yönetenler işlerini dini referans alarak yaptıklarını iddia edecekler ve onlara muhalefet edenleri münafıklık ile suçlayacaklar ve çok rahat bir şekilde her boku yiyecekler.

Dini yönetimler, bürokrasi içerisindeki kişilerin keyfî uygulamaları ve bir yerlerinden hadis, ayet uydurması ile birlikte kendi dinlerine de zarar verecekler.

Ahlaki boyutuna gelirsek, İslâm bize göre hoşgörü dinidir. Her şey Allah ile kul arasındadır. Kul, kula karışamaz.
İsteyen namaz kılar, istemeyen kılmaz. İsteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz. Bu Mevlam ile o kulları arasındadır. Seni, beni bağlamaz. Biz yalnızca tavsiye verebiliriz. Aksi takdirde kac yaşına gelmiş adama "Bak Allah böyle buyuruyor, böyle yapacaksın" demeye hakkımız yok. O bizim inandığımız gibi inanmıyor olabilir. İçki içer, başörtüsü takmaz ama ben müslümanım der. Hiçbir farzı yerine getirmeden ben müslümanım diyebilir ve bizim ona bir şey deme hakkımız yahut onu "sen müslüman falan değilsin" diyerek onu afaroz etme hakkımız yok. Dediğim gibi onun bu tutumları yalnızca kendini etkiliyorsa bizi bağlamaz. Bu Allah ile onun arasında görülecek bir hesaptır.

Aksi takdirde baş örtüsü takmayan bir kadının kafasına baş örtüsünü zorla mı geçireceğiz? Kadın: "Hayır, benim inandığım İslâm hoşgörülü ve özgür bir dindir ve ben böyle inanıyorum." diyebilir.
İnançta esas, inancın özünü kavramaktır. O ilahî boyuta erişebilmek ve yürekten bağlılıktır. Bizim insanlara bir şeyleri dayatıyor olmamız bize kalitesiz inananlar verecektir. Bu ne demek? Bu demek ki, adam namazını kılacak ama neden kıldığını bilmeyecek. Araştırmayacak, sorgulamayacak. Yalnızca toplum baskısından ötürü müslümanım diyecek ve gerekliliklerini yapıyor gibi görünecek. Bu da Hucûrat 14'deki gibi bir mümin âlemi yaratmış olacak. Üstüne üstlük bağnaz, yobaz, cahil bir mümin toplumu oluşturup İslâm'a devasa bir darbe indirmiş olacağız.

Peki, laik devlet İslâm'a zarar veriyor mu?
Eğer laiklik=din düşmanlığı gibi bir garâbete kapılıyorsak evet.
Ancak bu işin doğrusu Laiklik=din ile devlet işlerinin ayrılması yani devletin dinlere karşı apateist, apolitik bir tutum almasıdır. Laik devlet senin neye inandığını sormaz. Ne istediğini sorar. Mesela A bölgesindeki kişiler camii istiyorsa, Laik Devlet onalara camii verir.
B bölgesindekiler kilise istiyorsa, onlara kilise verir. Teolojik bir eğitim isteniyorsa, ilahiyat fakültesi açar. Ancak devlet gözetimi dışında ve baskıcı hiçbir yapıya müsaade etmez.
Laik devlet yapısı, insanlara başka insanların özgürlüğüne zarar vermeden kendi inanç özgürlüğünü yaşama ortamı verir.

Bu insanların toplum baskısından çekindikleri için değil, gerçekten istedikleri için inanmalarını sağlar. Bu da kaliteli bir inanan kitlesi demektir. Kaliteli müminler de İslâm'ın yayılmasını kolaylaştırır. Ayrıca baskı da ortadan kalktığı için din düşmanı olan grupların eleştirilerinin de bir önemi kalmaz. "Yiğit at, kendine çubuk vurdurmaz." Senin dininin müminleri neye neden inandığını çok iyi biliyor ve etraftaki kişileri de bu özü anlatarak, hoşgörü ile davet ediyorsa kimse o dine dil uzatamaz. Uzatsa da kimse o uzatanları önemsemez.

Başta dediğim gibi hiçbir teokratik yönetim başarılı olamamış ve bir fiyasko olmuştur.
Baskıcı yönetim az önce dediğim gibi kaliteli imânı da azalttığı için, kalitesiz inananlara sahip olan din bir paçavra hâline gelecek. Bu da özellikle gençlee üzerinde imân zayıflamasına ya da dinden kopmalara sebebiyet verecek. Çünkü o genç etrafına baktığında İslâm'ın bir karanlıktan başka bir şey olmadığını görecek ve dinimiz ona itici görünecek. Arabistan, İran, Afganistan gibi sözde İslâm rejimleri sayesinde oryantalistlerin eline koz geçiyor ve inanan müminler kendi dinlerinden soğuyorlar.

Son olarak, başka toplumlarda inanç Allah korkusuna dayanır. Bizde ise Allah sevgisine dayanır. Bizde Allah aşkı vardır. Bizde Mevlânalar, Yunus Emreler vardır.
Bizler cenneti garantilemek için değil, bu işin özünü kavradığımız için imân ederiz.

"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
(..)
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni"

Bizim imânimız budur. Biz insanlara Allah'ın müjdelerini, bu işteki kutsal özün ne olduğunu insanlara anlatarak insanları bu inanca çağırmalıyız. Dinimizi siyaset ve devlet politikası gibi pis işlere alet ederek değil.

İslâmî bir rejimi savunmak, İslâmı savunmak değildir.

"Ben tebaamın müslümanını camide, hıristiyanını kilisede, Mûsevî'sini havrada farkederim, aralarında başka bir fark yoktur” demiş II. Mahmud. Biz İslam devletiyiz deyince İslâmı kurtarmış olmuyoruz.
Teokratik rejimler dinleri hacıların, şeyhlerin, psikoposların, keşişlerin, sözde evliyaların eline bir silah olarak vermekten başka bir şeye yaramayacak. Ancak işin özüne vâkıf olursak, işte o zaman İslâm Âlemi uyanıyor demektir.

Dikkat ediniz ki Şeriat en çok Batılı Devletlerce desteklenir. Çünkü dinimiz bir paçavra hâline gelecek ve bizleri kullanmak kolaylaşacaktır.

Saygılar, hürmetler.

@The_Türk sizlerin de okumanızı rica ederim.
Yazı çok uzun olmasına rağmen okudum ve benim savunduğum fikirlere karşı bir argüman göremedim. Siyasal İslam en doğru yönetim şeklidir. Ülkeyi bugünkü haline siyasal İslamcılar getirdi. CHP zihniyetinin ülkeye bir çivi çaktığı yok. Siyasal İslam öcü değil. Ben alkol içiyorum mesela. Hükümet alkolü mü yasaklayacak ya da kadınlara zorla başörtüsü mü takacak? Bunlar boş laflar kardeşim. 22 sene oldu şeriatın geldiği yok. Ne zaman gelecek söyleyin de bilelim. Sıkıldık beklemekten.
 
Dostum normalde senin gibi cevap verenlere gülücük atıyordum ancak sen araştıran ve fikirlere saygı duyduğuna inandığım bir kişi olduğun için şöyle söyleyeyim:

İslamî usuller ile devlet yönetme iddiası, İslam'a en çok zarar veren şeydir. Dünyada doğru uygulanan ve kendi savunduğu şeye zarar vermeyen tek bir radikal yönetim yoktur.
Hele bu teokratik yönetimlere geldiği zaman bu durum iyicene felaket bir hâl alıyor. Zira insan, pis bir varlıktır. Din özellikle refah seviyesi düşük insanları kandırmanın ve onları şükürcü aptallar yapmanın en basit yoludur.

Dini yönetimler, devleti yönetenlerin hesap verebilirliğini azaltır zira bu yönetenler işlerini dini referans alarak yaptıklarını iddia edecekler ve onlara muhalefet edenleri münafıklık ile suçlayacaklar ve çok rahat bir şekilde her boku yiyecekler.

Dini yönetimler, bürokrasi içerisindeki kişilerin keyfî uygulamaları ve bir yerlerinden hadis, ayet uydurması ile birlikte kendi dinlerine de zarar verecekler.

Ahlaki boyutuna gelirsek, İslam bize göre hoşgörü dinidir. Her şey Allah ile kul arasındadır. Kul, kula karışamaz.
İsteyen namaz kılar, istemeyen kılmaz. İsteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz. Bu Mevlam ile o kulları arasındadır. Seni, beni bağlamaz. Biz yalnızca tavsiye verebiliriz. Aksi takdirde kac yaşına gelmiş adama "Bak Allah böyle buyuruyor, böyle yapacaksın" demeye hakkımız yok. O bizim inandığımız gibi inanmıyor olabilir. İçki içer, başörtüsü takmaz ama ben Müslüman'ım der. Hiçbir farzı yerine getirmeden ben Müslüman'ım diyebilir ve bizim ona bir şey deme hakkımız yahut onu "sen Müslüman falan değilsin" diyerek onu afaroz etme hakkımız yok. Dediğim gibi onun bu tutumları yalnızca kendini etkiliyorsa bizi bağlamaz. Bu Allah ile onun arasında görülecek bir hesaptır.

Aksi takdirde baş örtüsü takmayan bir kadının kafasına baş örtüsünü zorla mı geçireceğiz? Kadın: "Hayır, benim inandığım İslam hoşgörülü ve özgür bir dindir ve ben böyle inanıyorum." diyebilir.
İnançta esas, inancın özünü kavramaktır. O ilahî boyuta erişebilmek ve yürekten bağlılıktır. Bizim insanlara bir şeyleri dayatıyor olmamız bize kalitesiz inananlar verecektir. Bu ne demek? Bu demek ki, adam namazını kılacak ama neden kıldığını bilmeyecek. Araştırmayacak, sorgulamayacak. Yalnızca toplum baskısından ötürü Müslüman'ım diyecek ve gerekliliklerini yapıyor gibi görünecek. Bu da Hucûrat 14'teki gibi bir mümin âlemi yaratmış olacak. Üstüne üstlük bağnaz, yobaz, cahil bir mümin toplumu oluşturup İslam'a devasa bir darbe indirmiş olacağız.

Peki, laik devlet İslam'a zarar veriyor mu?
Eğer laiklik = din düşmanlığı gibi bir garâbete kapılıyorsak evet.
Ancak bu işin doğrusu Laiklik = din ile devlet işlerinin ayrılması yani devletin dinlere karşı apateist, apolitik bir tutum almasıdır. Laik devlet senin neye inandığını sormaz. Ne istediğini sorar. Mesela A bölgesindeki kişiler camii istiyorsa, Laik Devlet onalara camii verir.
B bölgesindekiler Kilis'e istiyorsa, onlara Kilis'e verir. Teolojik bir eğitim isteniyorsa, ilahiyat fakültesi açar. Ancak devlet gözetimi dışında ve baskıcı hiçbir yapıya müsaade etmez.
Laik devlet yapısı, insanlara başka insanların özgürlüğüne zarar vermeden kendi inanç özgürlüğünü yaşama ortamı verir.

Bu insanların toplum baskısından çekindikleri için değil, gerçekten istedikleri için inanmalarını sağlar. Bu da kaliteli bir inanan kitlesi demektir. Kaliteli müminler de İslam'ın yayılmasını kolaylaştırır. Ayrıca baskı da ortadan kalktığı için din düşmanı olan grupların eleştirilerinin de bir önemi kalmaz. "Yiğit at, kendine çubuk vurdurmaz." Senin dininin müminleri neye neden inandığını çok iyi biliyor ve etraftaki kişileri de bu özü anlatarak, hoşgörü ile davet ediyorsa kimse o dine dil uzatamaz. Uzatsa da kimse o uzatanları önemsemez.

Başta dediğim gibi hiçbir teokratik yönetim başarılı olamamış ve bir fiyasko olmuştur.
Baskıcı yönetim az önce dediğim gibi kaliteli imânı da azalttığı için, kalitesiz inananlara sahip olan din bir paçavra hâline gelecek. Bu da özellikle gençlee üzerinde imân zayıflamasına ya da dinden kopmalara sebebiyet verecek. Çünkü o genç etrafına baktığında İslam'ın bir karanlıktan başka bir şey olmadığını görecek ve dinimiz ona itici görünecek. Arabistan, İran, Afganistan gibi sözde İslam rejimleri sayesinde oryantalistlerin eline koz geçiyor ve inanan müminler kendi dinlerinden soğuyorlar.

Son olarak, başka toplumlarda inanç Allah korkusuna dayanır. Bizde ise Allah sevgisine dayanır. Bizde Allah aşkı vardır. Bizde Mevlânalar, Yunus Emreler vardır.
Bizler cenneti garantilemek için değil, bu işin özünü kavradığımız için imân ederiz.

"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
(.)
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni"

Bizim imânimız budur. Biz insanlara Allah'ın müjdelerini, bu işteki kutsal özün ne olduğunu insanlara anlatarak insanları bu inanca çağırmalıyız. Dinimizi siyaset ve devlet politikası gibi pis işlere alet ederek değil.

İslâmî bir rejimi savunmak, İslam'ı savunmak değildir.

"Ben tebaamın Müslüman'ını camide, Hristiyan'ını kilisede, Mûsevî'sini havrada fark ederim, aralarında başka bir fark yoktur” demiş II. Mahmud. Biz İslam devletiyiz deyince İslam'ı kurtarmış olmuyoruz.
Teokratik rejimler dinleri hacıların, şeyhlerin, psikoposların, keşişlerin, sözde evliyaların eline bir silah olarak vermekten başka bir şeye yaramayacak. Ancak işin özüne vâkıf olursak, işte o zaman İslam Âlemi uyanıyor demektir.

Dikkat ediniz ki Şeriat en çok Batılı Devletlerce desteklenir. Çünkü dinimiz bir paçavra hâline gelecek ve bizleri kullanmak kolaylaşacaktır.

Saygılar, hürmetler.

@The_Türk sizlerin de okumanızı rica ederim.

Söylediklerinde haklılık payı olabilir. Bu benim görüşüm sadece. Kötü örnekleri değil de Osmanlı'nın yükseliş dönemindeki İslam'ı örnek olarak alabiliriz mesela. Şu an yanlış uygulayan ülkelere de örnek olmuş oluruz hem.
 
Söylediklerinde haklılık payı olabilir. Bu benim görüşüm sadece. Kötü örnekleri değil de Osmanlı'nın yükseliş dönemindeki İslam'ı örnek olarak alabiliriz mesela. Şu an yanlış uygulayan ülkelere de örnek olmuş oluruz hem.

Osmanlı'nın hiçbir döneminde şeriat uygulanmadı. Bunu hem tarihçiler hem de ilahiyatçılar söylüyor. Yalnızca ceza hukukunda belli oranda Şerri hukuk kullanılmıştır.

Şeyhülİslam ise padişahın icraatlarını caiz gibi gösterirdi. Bu icraatlar bazen gerçekten de caiz olurdu bazen de olmazdı. Burada aslında din gene kullanılmış oluyor ancak paçavra hâline getirilip değersizleştirmiyor da.

@The_Türk yazıyı okuduğun için teşekkür ederim. Yaşın bayağı ileri. Söyleyeceğim sözler ile seni fikirlerinden caydıramam, fikirlerini değiştiremem. Bir değişim yaşayacaksan bunu ancak kendi kendine yaşayabilirsin.
Benim düşüncelerimi zaten artık biliyorsun. Bundan sonra diyeceklerim senin fikrine saldırmak gibi olur. Oysa sen zaten saygıda kusur etmedin. CHP, Atatürk, Cumhuriyet gibi konularda da aynı şeyleri düşünmüyoruz. Olsun, en azından bu konularda anlaşamadığımıza anlaşalım.

Tekrar teşekkür eder ve iyi günler dilerim.
Saygılar.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Hiçbir bireyin yönetimde söz sahibi olmadığı, teknokrat ya da monarşik sistem.

Tabi buradaki sorun, erk sahibi ve yasa koyucuların, mutlak olarak adil ve toplumun çıkarlarını düşünmeyip, kişisel çıkar gafletine düşmeleridir. En mükemmel yönetimde bile erk sahibinin, yasa koyucunun, toplumun içinden kimseler, bencilce hareket edip toplumun değil kendi çıkarlarını düşünme eylemini gerçekleştirmesi olasıdır.

Bu bakımdan, insanın olduğu her yönetimde bu sorunun olacağı göz ardı edilmemeli. İnsan temelli her yönetim şekli sorunludur. Ama tabi toplum=insan olduğu içinde insanı referans noktası almalıyız.

Teoride monarşik ya da teknokrat sistem mükemmel olsa da yine insan yönetiminin bulunduğu bir sistemde en doğru yönetim şekli, ne yazık ki demokrasi gibi duruyor. Tabi halkın eğitimli olması ve bilinçli olması şartıyla.

Hiçbir eğitimsiz ve bilinçsiz toplum, demokrasiyi hak etmemektedir.

O sırada Müslüman olmayandan cizye alırken....

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.
 
Son düzenleme:

Yeni mesajlar

Geri
Yukarı