İman sorunsalı

Durum
Mesaj gönderimine kapalı.
Çift yarığa bir elektron gönderdiğimiz de, elektron iki yarıktan birden geçer ve arkada oluşacak dalga deseninin saçaklarından birinde patlar. Young deneyi olarak bilinen bu deneyde elektron dediğimiz parçacık yarıkların 1 tanesinden geçmesi gerekirken, dalga gibi hareket ederek iki yarıktan birden geçer. Ancak elektron acaba hangi yarıktan geçecek diye yarıklardan birinin önüne dedektör koyarsak, elektron dalga hareketi yapıp iki delikten birden geçeceğine, bu sefer tek delikten geçer ve parçacık hareketi yapar.

Peki dedektörü, elektronun hangi yarıktan geçtiğini anlamak için yarıkların önüne değilde, arkasına koyarsak ne olur? Elektronun normalde yaptığı gibi iki yarıktan birden geçmesini bekleriz. Ancak burada çok tuhaf bir olay gerçekleşir. Elektron dalga hareketi yaparak her iki yarıktan birden geçer, sonra dedektörü fark eder ve zamanda geriye giderek yarıkların ikisinden birden geçmek yerine parçacık hareketi yaparak, yarıkların birinden geçer.

İşte bu young deneyinde bildiğimiz uzay zaman algımız çöker, fizik bilimi çöker. Bu noktada kuantum fiziğinin alanına girmiş oluruz. Biz 3 boyutlu varlıklar olarak hapsolduğumuz 3 boyutlu uzay-zaman evrenin ötesini algılayamayız. Oysa ki evrenimiz 3 boyutun çok ötesinde, en az 4 veya 11 boyutlu bir evrendir. Bizim fizik yasalarımız, algılayabildiğimiz 3 boyutlu evrende geçerlidir. Daha ötesi için kuantum fiziği kanunları geçerlidir. Kuantum fiziğinde neden-sonuç çöker, determinizm çöker, akıl-mantık yürütme çöker. Bir şeyin nedeni, sonucuna dönüşebilir. Neden sonuca, sonuç nedene dönüşebilir. Kuantum fiziğinde zamanın tersine simetrisi kavramı vardır. Bir topa vurduğun için top uçup gidebildiği gibi, bir top uçup gittiği için topa vurmuş olabilirsin. Zamanın tersine simetrisi vardır.

İçinde var olduğumuz 3 boyutlu uzay-zamanı ve algıladığımız her maddeyi oluşturan atomları meydana getiren atomaltı parçacıkların dünyasında işler böyle yürür. Bizim fizik kurallarımız o dünyada sökmez. Kendine has kanunları ve kuralları vardır. Bu kurallar ve kanunlar bütünü de kuantum fiziğidir. Bizim fizik kanunlarımıza göre imkansız olan şeyler, kuantum aleminde mümkündür. Kuantum kanunları tüm evrene hakimdir. O yüzden evreni anlamaya çalışırken kendi 3 boyutlu maddesel evrenimizin sınırları dışına çıkıp kuantum fiziği yasalarını iyi anlamamız gereklidir. At gözlüğünü takıp, evrene 3 boyutlu maddeci bakış açısıyla bakmak hiçbir problemi çözmez. Kuantum fiziği ile birlikte, evreni maddeci bakış açısıyla çözümlemeyemiyecemiz ortaya konmuştur.

Lütfen işkembe-i kübra'dan sallamayalım. Dünya üzerinde, aminoasitlerin rastgele yan yana dizilerek bir protein oluşturduğu bir deney yapılmamıştır. Yapılamaz. En basit proteinlerden biri olan, oksijen taşımakla görevli hemoglobin proteini 512 aminoasidin yan yana dizilmesinden oluşur. Proteinler 20 çeşit aminoasidin yan yan dizilmesinden oluşur. Hemoglobin proteinin ilk aminoasidinin doğru aminoasid olma ihtimali 20'de 1 ihtimaldir. İkinci aminoasidin doğru olma ihtimali 20*20=20 üzeri 2'dir. 512 tane aminoasidin doğru şekilde dizilip bir hemoglobin proteinini oluşturma ihtimali 20 üzeri 512'de 1'dir. Matematikte 1 üzeri 50 ihtimalden ötesi imkansız olasılık olarak tanımlanır ki 20 üzeri 512 ihtimali bunun çok çok ötesindedir.

Kaldı ki bir protein hemen dağılır. Onu bir arada tutacak bir zara ihtiyaç duyar. Hücre zarı da zaten pek çok değişik proteinden meydana gelir. Kendiliğinden, imkansız olasılıkla oluşacak protein, yine kendiliğinden imkansız olasılıkla oluşacak hücre zarı tarafından çevrelenmesi gerekir. Hücre zarı olmadan protein oluşamaz, protein olmadan hücre zarı oluşamaz.

Bir şey merak ediyorum. Kuantum dünyasını işin içine kattık, çift yarık deneyini yaptık, bunların hepsini bir araya getirerek söylüyoruz ki, "Her şeyin önceden belli olduğu, determinist bir evrende yaşamıyoruz.". Ancak tanrının bizim aksimize, her koşulda geleceği eksiksiz bilmesi gerekmiyor mudur? İstediğiniz kadar, "Bu evren kesinlikle ve kesinlikle tahmin edilemez" diyebilirsiniz. Bizim böyle bir güce ulaşmamız mümkün olmayabilir ancak bu tanrının bildiğini değiştirmiyor.
Tanrının hem geleceği bilip hem de özgür irade sağlayabilmesini bu cümlelerle açıklayamazsınız.

Bir de, konumuz Allah mı yoksa genel olarak tanrı mı acaba? Ateizm ile İslam gibi dinler aynı kulvarda bile değiller.
En temelinde, iman edilmesini isteyen tanrılar semavi dinlerden çıkmakta ve bunların geçersizliğini kanıtlamak için ontolojik bir tartışma içerisine girmenize gerek yok. Kitaplarında zaten eleştirilecek hayli nokta varken...

Bence asıl sorunumuz, özgür irade verip de iman edilmesini isteyen bir tanrının olup olmadığıdır.
 
Bir şey merak ediyorum. Kuantum dünyasını işin içine kattık, çift yarık deneyini yaptık, bunların hepsini bir araya getirerek söylüyoruz ki, "Her şeyin önceden belli olduğu, determinist bir evrende yaşamıyoruz.". Ancak tanrının bizim aksimize, her koşulda geleceği eksiksiz bilmesi gerekmiyor mudur? İstediğiniz kadar, "Bu evren kesinlikle ve kesinlikle tahmin edilemez" diyebilirsiniz. Bizim böyle bir güce ulaşmamız mümkün olmayabilir ancak bu tanrının bildiğini değiştirmiyor.
Tanrının hem geleceği bilip hem de özgür irade sağlayabilmesini bu cümlelerle açıklayamazsınız.

Bir de, konumuz Allah mı yoksa genel olarak tanrı mı acaba? Ateizm ile İslam gibi dinler aynı kulvarda bile değiller.
En temelinde, iman edilmesini isteyen tanrılar semavi dinlerden çıkmakta ve bunların geçersizliğini kanıtlamak için ontolojik bir tartışma içerisine girmenize gerek yok. Kitaplarında zaten eleştirilecek hayli nokta varken...

Bence asıl sorunumuz, özgür irade verip de iman edilmesini isteyen bir tanrının olup olmadığıdır.
Peki elektron dediğimiz atom altı parçacık, yarıkların arkasında dedektör olduğunu, henüz yarıkları geçmeden nerden biliyor? Kuantum fiziğine girmemizin sebebi, zaman kavramının, geçmiş ve gelecek kavramlarının, bizim gibi 3 boyutlu uzay ve zaman'a hapsolmuş varlıklara ait kavramlar olduğunu anlamamızı sağlamaktır. Evren bizim hapsolduğumuz 3 boyutlu evrenden ibaret değildir. Tüm evreni kaplayan kuantum alanı, bizi ve bizim algılayabildiğimiz 3 boyutlu madde alemini var eder. Ve bu çok boyutlu evrende, bizim 3 boyutlu maddeyi anlıyabilmek için oluşturduğumuz fizik kanunları değil, kuantum yasaları geçerlidir. O yüzden bizim evreni anlıyabilmemiz, 3 boyutlu varlık alemimizin ötesini anlamak ve gerçeği görmek için, kendi fizik yasalarımızın ötesine geçip, kuantum yasalarını iyi anlamamız lazımdır.

Zaman, biz 3 boyutlu varlıklar için bir kafestir. Tanrı'yı anlamayı bırak, evreni anlamak için bile zaman hapishanesi içerisindeki bir varlık gözüyle bakmak, bizi hiçbir sonuca ulaştırmaz. Evreni anlamak istiyorsak, Tanrı' yı anlamak istiyorsak, gözümüzün önünde duran kuantum yasalarını görmezden gelip, at gözlüğünü takıp, dar bakış açısıyla, maddeci bakış açısıyla hiçbir yere varamayız.

Basit bir atomaltı parçacık olan elektronu, basit bir düzenekle çift yarıklı bir engele gönderdiğimizde, zaman kavramının, geçmiş ve gelecek kavramının, neden-sonuç ilişkisinin nasıl da çöktüğünü görüyoruz. Tanrı için geleceği bilmesinden bahsetmek bile saçmalıktır. Çünkü Tanrı için geçmiş ve gelecek kavramı yoktur. Tanrı katında geçmiş ve gelecek bir aradadır. Ayrılmaz bütündür. Tıpkı Young deneyinde geçmiş ve geleceğin birbirine girdiği durum gibi. Gelecek geçmişten önce, geçmiş de gelecekten sonra gerçekleşebilir.

Bugün bütün bilim camiası, basit bir elektron için, zaman kavramı olmadığını, kuantum fiziğinin sonuçları neticesinde kabullenmiştir ve kabullenmek zorundadır. Tek yapılan deney young deneyi değil. Daha pek çok kuantum deneylerinde, binlerce kez tekrarlansa dahi, klasik fizik kanunlarının çöktüğüne şahit oluyoruz. Örneğin yarı geçirgen bir aynaya gönderilen elektron, ya aynadan geçer ya da yansır. Klasik fizik kanunlarına göre başka bir seçenek mümkün değildir. Ancak kuantum kanunları der ki, elektron yarı geçirgen aynadan aynı anda hem geçip hem de yansıyabilir. Böyle bir sonucu açıklayabilecek hiçbir bilimsel yol, akıl, mantık yoktur. Sağduyuya, akla aykırı bir durumdur. Ancak yapılan deneyler, binlerce kez tekrarlansa dahi, kuantum yasalarının imkansızlıklarını doğrular.

Modern bilim, basit bir elektronla yapılan çift yarık deneyi sonucunda, neden-sonuç, zaman-mekan, determinizm, akıl-mantık, sağduyu ve klasik fiziği çöpe atmak zorunda kalıyorsa, ve bu duruma, bu kadar ilerlemiş bilim dünyasından tek itiraz bile yükselemiyosa, Tanrı için zaman-mekan, gelmiş-geçmiş gibi kavramlardan bahsedebilir miyiz? Tanrı'nın makamını, basit maddesel dünyamıza ve sözde tüm evrene hükmeden klasik fizik kanunlarımızla itiraz etmeye kalkıyoruz. Oysa ki modern bilim camiasının, evreni klasik fizikle açıklama çabaları çoktan sona ermiştir.

Evet işin aslı, bir bilim adamı, çift yarıklı bir engele bir elektron gönderdi ve bunun sonucu olarak biz klasik fiziğin hiçbir işe yaramadığı, kuantum dünyasını keşfettik. Aslında klasik fiziğe o kadar güveniyorduk ki, newton'un kafasına düşen elmaya etki eden fizik kanununun, dünyanın etrafında dönen aya da etki ettiğini, hatta tüm evrende aynı fizik kanununun geçerli olduğunu düşündük. Ancak Einstein fiziği Newton fiziğini çökertti, kuantum fiziği de klasik fiziği yerle bir etti. Socrates'in dediğine geldik. Meğerse bildiğimiz tek şey, henüz hiçbirşey bilmediğimizmiş.

Tanrı, yarattıklarına özgür irade verdim dediyse vermiştir. Zaten özgür irade vermemiş olsaydı, deterministik evrende bizler birer robot gibi programlananı yapan varlıklar olurduk. Karar veremezdik. O zaman da yaradılışımızın amacı olmazdı. Tanrı'nın, bizlerin özgür iradesine müdahale etmeyeceğini söylemesi, bizleri özgür irade ile yaratmış olduğunu söylemesinde ne gibi bir sıkıntı olabilir?

Şimdi diyelim ki benim elimde bir zaman küresi var ve senin ilerde birini öldüreceğini görüyorum. Ben geleceği bilen biri olarak senin işleyeceğin cinayete müdahale etmezsem, gerçekleşmesini izlersem, evet burada bir etik problemden bahsedebiliriz. Ancak Tanrı geleceği biliyorsa, senin cinayeti işleyeceğini bildiği halde engel olmuyorsa sıkıntı olmaz. Çünkü Tanrı seni de, öldüreceğin kişiyi de sonsuz bir ruha sahip olarak yaratmış. Sen onu öldürebilirsin ancak ruhunu öldüremezsiniz. 13 milyar yaşındaki evrenin yaşı karşısında, 70 yıllık insan hayatı, kelebeğin dala konup kalkması kadar kısa bir zamandır. Şu 3 günlük dünya hayatında, sonsuz hayatını etkileyecek her hareketinden sen sorumlusun. Öldürülmüş olmak da asla ceza değildir. Hesap gününe mağdur olarak gidersin. Ama öldüren katil olarak gider. Aslında bu dünyadaki kötülük, insanın kendine yaptığı kötülükten başka birşey değildir. Tanrı seni bu dünyaya gönderirken cennete göndereceğini söylemiyor ki? Bu dünya, zavallı insanların, 3 günlük dünya hayatında rahat etmek için, diğer insanların hayatını cehenneme çevirdiği bir dünya. Sana bu dünyada eziyet eden kişi, aslında kendine eziyet etmektedir. Yani bu dünyada var olan kötülüğün kaynağı, insanın kendisidir. Amacımız ise kötülük yapmadan, kötülüğe karşı koyarak, bu dünya sınavından geçip gitmektir. Kötülük eden, karşısındakine kötülük ettiğini sanır. Ancak en büyük kötülüğü kendine eder.

Tanrı istese, bu dünyada psikopatları, katilleri yok edemez mi? Ama Tanrı sana diyor ki, bu senin işin. Sen bu dünyaya kötülükle mücadele etmek için gönderildin. Zulüm yapmadan, zalimle mücadele etmek için gönderildin. Dünyayı ve insanı yaratan Tanrı, yarattığını senden daha iyi biliyor. İnsanların çoğunluğu iman etmez diyor. Ama kendine 1 adım atana, 10 adım geleceğini söyleyerek pozitif ayrımcılık yapacağını söylüyor. Sen Tanrı'yı yaklaştıkça, Tanrı seni kendine daha çok yaklaltıracaktır. İşte burda özgür iradeye müdahale var. Ama pozitif ayrımcılık var. Eğer uzaklaşırsan da yine özgür iradeye müdahale var. Kötülükte ısrar edenin kalbini mühürlerim, gözünü kör ederim diyor. Burada da negatif ayrımcılık yapıyor. Ancak yine de sonucu getiren bizim hangi yöne adım atacağımız gerçeğidir.

Peki Tanrı bu kadar insana aynı anda nasıl müdahale ediyor, tek tek insanların kaderini belirlediği gibi, tüm dünyanın kaderini de belirliyor. Ben bunu labirent problemine benzetirim. Son zamanlarda ortaya çıkan bir yöntem, labirent problemine çok farklı bir çözüm yolu getirdi.

Hepimiz çocukken labirent problemi çözmüşüzdür. Çözüm şekli her zaman aynıdır. Başlangıç yolundan başlarız, karşımıza çıkan yol ayrımlarındaki yollardan birini deneriz. Çıkmaz yola girince geri dönüp diğer yolu deneriz. Bu işlemi yol ayrımı kalmayıncaya kadar tekrarlayınca çıkışı buluruz. Bilgisayarlar da labirent problemlerini aynı yöntemle çözer. Deneme yanılma yoluyla çözerler. Eğer labirent çok büyükse ve binlerce farklı yol varsa, hepsini denemek zorundadır. Deterministik mantıkla çalışan makineler bunu yapmak zorundadır.

Peki ya binlerce yolu aynı anda denemenin bir yolu olsaydı ve labirent problemi binlerce adımda değilde tek bir adımda çözğlebilseydi? İşte tam da bunu yapan bir bilgisayar var. Google firmasının geliştirilmesi için 7 milyar dolar harcadığı quantum bilgisayarı. Adından da anlaşılacağı üzere, kuantum fiziğinin prensipleri kullanılarak geliştirilmiş bir bilgisayar. Normal bilgisayar biti, ya 1 ya da 0 durumunda olabilirken, bir kuantum biti hem 1 hem de 0 durumunda olabiliyor. Yani bir kuantum bilgisayarı labirent problemini çözerken yol ayrımına geldiğinde, 2 seçenekten birini seçmek zorunda kalmıyor. İki yola da aynı anda gidebiliyor.

Evreni kuantum yasalarıyla yaratmış olan Tanrı için, bize çok karmaşık gelen problemlerin çözümü, çok kolaydır. Bizler ve bizim gibi düşünen bilgisayarlar, aynı anda iki işi yapamaz. Ancak Tanrı, aynı anda herşeyi yapabilir. Tanrı bu kuantum evrenini, bu yapıya uygun yaratmıştır. Biz bu yapıya kuantum evreni diyoruz ve tüm evrenin altyapısı, kuantum alanı ile çevrilidir.
 
Biyoloji fizik dersine ihtiyacım yoktu. Materyalizm ve materyalist düşüncelerle de ilgilenmiyorum. Çünkü görmediği şeye inanmamak var özünde. İnanmak ya da inanmamak için boyut değiştirmeye de gerek yok. Şu deney bu deney araştırmak da şart değil. Normal insan zekasına sahip bir kişi yol seçebilir.
Yani bir yaratıcı var. Kimin hangi yaratıcıya inandığı gerçekten umrumda değil. Arkadaşın dediği gibi istersen git beyaz peynire tap.

Ama hiçbir şeye inanmamaya anlam veremiyorum. Descartes düşünmek var olmayı gerektirir diyerek kendi varlığını, eğer ben varsam beni var eden benzersiz bir yaratıcı olması gerek diyerek yaratıcının varlığını açıklamıştır.
 
@35UPGRADER36 Biyoloji dersine ihtiyacın yoksa çıkıp kafana göre evrimi yalanlayamazsin. He deney şart değil sizin uyduruk fikirleriniz deneyden daha gerçekçi bravo sana.

Hala hiçbir doğru kanıtın olmamasina rağmen hala Tanri var deyip duruyorsun, demek ki hiçbir şey anlamıyorsun. Kendinle çelişiyorsun ve hala ısrarla aynı şeye devam ediyorsun. Bu mantığa göre yoktan hiçbir şey var olmaz manasina geliyor. Seni yaratanda yoktan var olamaz manasi ortaya çıkıyor. Onun yaratıcıya ihtiyacı yok, kudret sahibidir, var olmak için kimseye ihtiyacı yok diyemezsiniz böyle bir mantık dışı açıklama olamaz. O kadar ki ön yargilisiniz ki ne bir araştırma, ne bir kitap falan okuyorsunuz bu kadar sığ bir görüşe sahipsiniz.

Ikide bir şu bazı filozofları örnek gösterip kendini komik duruma düşürme Descartes öyle dedi diye öyle olmuyor.

Çünkü görmediği şeye inanmamak var özünde
Çünkü görmediği şeye inanmak var özünde.

@Jira Tanrı söylemi nereden çıkıyor bunun üzerinde durmak gerek, Ortadoğu dinleri Sümer mitlerine dayaniyor bunu net diyebilirim. Tanrının kanıtlarını insanlar neye dayanarak söylüyor kutsal sayilan kitaplara göre. Bu kitaplari anlayarak okuyan herkes bunun Tanrı tarafından yazilmadiginin farkına varır. Ortadoğu kökenli dinlerin hepsi de birbirinden etkilenmiş.

Iki taraflı söyleme gelirsek aslında Tanrının en büyük kanıtı olan kitaplardaki akıl dışı şeylere bakarsak Tanrı tabirinin de insan ürünü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Nitekim dinlere göre seni yaratan bir yaratıcı var, ikide bir demekten bıktım ama madem öyle senin yaratan yaratıcı nasıl yoktan var oluyor, buna mantıklı bir cevap bulamiyorum. Bu dincilere sorsam hep ezber mantık dışı söylemler yok Tanri kimseye muhtaç değil, o kudret sahibidir, ol derse olur gibi akla mantığa sığmayan cümleler söylüyorlar.

Bu kadar basit olsaydı direkt inaniyorum derdim biterdi niye boşuna bu kadar kendimizi paralayalim.
 
Son düzenleme:
Peki elektron dediğimiz atom altı parçacık, yarıkların arkasında dedektör olduğunu, henüz yarıkları geçmeden nerden biliyor? Kuantum fiziğine girmemizin sebebi, zaman kavramının, geçmiş ve gelecek kavramlarının, bizim gibi 3 boyutlu uzay ve zaman'a hapsolmuş varlıklara ait kavramlar olduğunu anlamamızı sağlamaktır. Evren bizim hapsolduğumuz 3 boyutlu evrenden ibaret değildir. Tüm evreni kaplayan kuantum alanı, bizi ve bizim algılayabildiğimiz 3 boyutlu madde alemini var eder. Ve bu çok boyutlu evrende, bizim 3 boyutlu maddeyi anlıyabilmek için oluşturduğumuz fizik kanunları değil, kuantum yasaları geçerlidir. O yüzden bizim evreni anlıyabilmemiz, 3 boyutlu varlık alemimizin ötesini anlamak ve gerçeği görmek için, kendi fizik yasalarımızın ötesine geçip, kuantum yasalarını iyi anlamamız lazımdır.

Zaman, biz 3 boyutlu varlıklar için bir kafestir. Tanrı'yı anlamayı bırak, evreni anlamak için bile zaman hapishanesi içerisindeki bir varlık gözüyle bakmak, bizi hiçbir sonuca ulaştırmaz. Evreni anlamak istiyorsak, Tanrı' yı anlamak istiyorsak, gözümüzün önünde duran kuantum yasalarını görmezden gelip, at gözlüğünü takıp, dar bakış açısıyla, maddeci bakış açısıyla hiçbir yere varamayız.

Basit bir atomaltı parçacık olan elektronu, basit bir düzenekle çift yarıklı bir engele gönderdiğimizde, zaman kavramının, geçmiş ve gelecek kavramının, neden-sonuç ilişkisinin nasıl da çöktüğünü görüyoruz. Tanrı için geleceği bilmesinden bahsetmek bile saçmalıktır. Çünkü Tanrı için geçmiş ve gelecek kavramı yoktur. Tanrı katında geçmiş ve gelecek bir aradadır. Ayrılmaz bütündür. Tıpkı Young deneyinde geçmiş ve geleceğin birbirine girdiği durum gibi. Gelecek geçmişten önce, geçmiş de gelecekten sonra gerçekleşebilir.

Bugün bütün bilim camiası, basit bir elektron için, zaman kavramı olmadığını, kuantum fiziğinin sonuçları neticesinde kabullenmiştir ve kabullenmek zorundadır. Tek yapılan deney young deneyi değil. Daha pek çok kuantum deneylerinde, binlerce kez tekrarlansa dahi, klasik fizik kanunlarının çöktüğüne şahit oluyoruz. Örneğin yarı geçirgen bir aynaya gönderilen elektron, ya aynadan geçer ya da yansır. Klasik fizik kanunlarına göre başka bir seçenek mümkün değildir. Ancak kuantum kanunları der ki, elektron yarı geçirgen aynadan aynı anda hem geçip hem de yansıyabilir. Böyle bir sonucu açıklayabilecek hiçbir bilimsel yol, akıl, mantık yoktur. Sağduyuya, akla aykırı bir durumdur. Ancak yapılan deneyler, binlerce kez tekrarlansa dahi, kuantum yasalarının imkansızlıklarını doğrular.

Modern bilim, basit bir elektronla yapılan çift yarık deneyi sonucunda, neden-sonuç, zaman-mekan, determinizm, akıl-mantık, sağduyu ve klasik fiziği çöpe atmak zorunda kalıyorsa, ve bu duruma, bu kadar ilerlemiş bilim dünyasından tek itiraz bile yükselemiyosa, Tanrı için zaman-mekan, gelmiş-geçmiş gibi kavramlardan bahsedebilir miyiz? Tanrı'nın makamını, basit maddesel dünyamıza ve sözde tüm evrene hükmeden klasik fizik kanunlarımızla itiraz etmeye kalkıyoruz. Oysa ki modern bilim camiasının, evreni klasik fizikle açıklama çabaları çoktan sona ermiştir.

Evet işin aslı, bir bilim adamı, çift yarıklı bir engele bir elektron gönderdi ve bunun sonucu olarak biz klasik fiziğin hiçbir işe yaramadığı, kuantum dünyasını keşfettik. Aslında klasik fiziğe o kadar güveniyorduk ki, newton'un kafasına düşen elmaya etki eden fizik kanununun, dünyanın etrafında dönen aya da etki ettiğini, hatta tüm evrende aynı fizik kanununun geçerli olduğunu düşündük. Ancak Einstein fiziği Newton fiziğini çökertti, kuantum fiziği de klasik fiziği yerle bir etti. Socrates'in dediğine geldik. Meğerse bildiğimiz tek şey, henüz hiçbirşey bilmediğimizmiş.

Tanrı, yarattıklarına özgür irade verdim dediyse vermiştir. Zaten özgür irade vermemiş olsaydı, deterministik evrende bizler birer robot gibi programlananı yapan varlıklar olurduk. Karar veremezdik. O zaman da yaradılışımızın amacı olmazdı. Tanrı'nın, bizlerin özgür iradesine müdahale etmeyeceğini söylemesi, bizleri özgür irade ile yaratmış olduğunu söylemesinde ne gibi bir sıkıntı olabilir?

Şimdi diyelim ki benim elimde bir zaman küresi var ve senin ilerde birini öldüreceğini görüyorum. Ben geleceği bilen biri olarak senin işleyeceğin cinayete müdahale etmezsem, gerçekleşmesini izlersem, evet burada bir etik problemden bahsedebiliriz. Ancak Tanrı geleceği biliyorsa, senin cinayeti işleyeceğini bildiği halde engel olmuyorsa sıkıntı olmaz. Çünkü Tanrı seni de, öldüreceğin kişiyi de sonsuz bir ruha sahip olarak yaratmış. Sen onu öldürebilirsin ancak ruhunu öldüremezsiniz. 13 milyar yaşındaki evrenin yaşı karşısında, 70 yıllık insan hayatı, kelebeğin dala konup kalkması kadar kısa bir zamandır. Şu 3 günlük dünya hayatında, sonsuz hayatını etkileyecek her hareketinden sen sorumlusun. Öldürülmüş olmak da asla ceza değildir. Hesap gününe mağdur olarak gidersin. Ama öldüren katil olarak gider. Aslında bu dünyadaki kötülük, insanın kendine yaptığı kötülükten başka birşey değildir. Tanrı seni bu dünyaya gönderirken cennete göndereceğini söylemiyor ki? Bu dünya, zavallı insanların, 3 günlük dünya hayatında rahat etmek için, diğer insanların hayatını cehenneme çevirdiği bir dünya. Sana bu dünyada eziyet eden kişi, aslında kendine eziyet etmektedir. Yani bu dünyada var olan kötülüğün kaynağı, insanın kendisidir. Amacımız ise kötülük yapmadan, kötülüğe karşı koyarak, bu dünya sınavından geçip gitmektir. Kötülük eden, karşısındakine kötülük ettiğini sanır. Ancak en büyük kötülüğü kendine eder.

Tanrı istese, bu dünyada psikopatları, katilleri yok edemez mi? Ama Tanrı sana diyor ki, bu senin işin. Sen bu dünyaya kötülükle mücadele etmek için gönderildin. Zulüm yapmadan, zalimle mücadele etmek için gönderildin. Dünyayı ve insanı yaratan Tanrı, yarattığını senden daha iyi biliyor. İnsanların çoğunluğu iman etmez diyor. Ama kendine 1 adım atana, 10 adım geleceğini söyleyerek pozitif ayrımcılık yapacağını söylüyor. Sen Tanrı'yı yaklaştıkça, Tanrı seni kendine daha çok yaklaltıracaktır. İşte burda özgür iradeye müdahale var. Ama pozitif ayrımcılık var. Eğer uzaklaşırsan da yine özgür iradeye müdahale var. Kötülükte ısrar edenin kalbini mühürlerim, gözünü kör ederim diyor. Burada da negatif ayrımcılık yapıyor. Ancak yine de sonucu getiren bizim hangi yöne adım atacağımız gerçeğidir.

Peki Tanrı bu kadar insana aynı anda nasıl müdahale ediyor, tek tek insanların kaderini belirlediği gibi, tüm dünyanın kaderini de belirliyor. Ben bunu labirent problemine benzetirim. Son zamanlarda ortaya çıkan bir yöntem, labirent problemine çok farklı bir çözüm yolu getirdi.

Hepimiz çocukken labirent problemi çözmüşüzdür. Çözüm şekli her zaman aynıdır. Başlangıç yolundan başlarız, karşımıza çıkan yol ayrımlarındaki yollardan birini deneriz. Çıkmaz yola girince geri dönüp diğer yolu deneriz. Bu işlemi yol ayrımı kalmayıncaya kadar tekrarlayınca çıkışı buluruz. Bilgisayarlar da labirent problemlerini aynı yöntemle çözer. Deneme yanılma yoluyla çözerler. Eğer labirent çok büyükse ve binlerce farklı yol varsa, hepsini denemek zorundadır. Deterministik mantıkla çalışan makineler bunu yapmak zorundadır.

Peki ya binlerce yolu aynı anda denemenin bir yolu olsaydı ve labirent problemi binlerce adımda değilde tek bir adımda çözğlebilseydi? İşte tam da bunu yapan bir bilgisayar var. Google firmasının geliştirilmesi için 7 milyar dolar harcadığı quantum bilgisayarı. Adından da anlaşılacağı üzere, kuantum fiziğinin prensipleri kullanılarak geliştirilmiş bir bilgisayar. Normal bilgisayar biti, ya 1 ya da 0 durumunda olabilirken, bir kuantum biti hem 1 hem de 0 durumunda olabiliyor. Yani bir kuantum bilgisayarı labirent problemini çözerken yol ayrımına geldiğinde, 2 seçenekten birini seçmek zorunda kalmıyor. İki yola da aynı anda gidebiliyor.

Evreni kuantum yasalarıyla yaratmış olan Tanrı için, bize çok karmaşık gelen problemlerin çözümü, çok kolaydır. Bizler ve bizim gibi düşünen bilgisayarlar, aynı anda iki işi yapamaz. Ancak Tanrı, aynı anda herşeyi yapabilir. Tanrı bu kuantum evrenini, bu yapıya uygun yaratmıştır. Biz bu yapıya kuantum evreni diyoruz ve tüm evrenin altyapısı, kuantum alanı ile çevrilidir.

Laf çorbasından başka hiç bir şey koymamışsınız ortaya. Ben, konuyla en alakalı olana cevap veriyorum.

Tanrı için geleceği bilmesinden bahsetmek bile saçmalıktır. Çünkü Tanrı için geçmiş ve gelecek kavramı yoktur. Tanrı katında geçmiş ve gelecek bir aradadır. Ayrılmaz bütündür. Tıpkı Young deneyinde geçmiş ve geleceğin birbirine girdiği durum gibi. Gelecek geçmişten önce, geçmiş de gelecekten sonra gerçekleşebilir.

Aynı sonuca vardığı sürece nasıl söylediğiniz fark etmiyor. İster panteist bakış açısıyla bakabilirsiniz, ister zamanda ayrı bir tanrı figürü düşünebilirsiniz. Herhangi bir sonsuz güce sahip tanrı figürünün özgür iradeli bir varlık yaratması paradokstur. Geleceği bilmemesi mümkün olmayan bir tanrının, kendi yarattığı, aynı zamanda yarattıktan sonra neler olacağını önceden bilerek ve buna göre yarattığı bir varlığı sınava sokması mümkün müdür?

Özgür iradenin ta kendisiyle ilgili bir konu açıp, düşüncelerimi yazmıştım. Orada, insanların, neden bir kılıf kabul etmeyen yargıları halen süsleyerek kabul ettirmeye çalıştıklarından yakındım. Ancak malum...

Biyoloji fizik dersine ihtiyacım yoktu. Materyalizm ve materyalist düşüncelerle de ilgilenmiyorum. Çünkü görmediği şeye inanmamak var özünde. İnanmak ya da inanmamak için boyut değiştirmeye de gerek yok. Şu deney bu deney araştırmak da şart değil. Normal insan zekasına sahip bir kişi yol seçebilir.
Yani bir yaratıcı var. Kimin hangi yaratıcıya inandığı gerçekten umrumda değil. Arkadaşın dediği gibi istersen git beyaz peynire tap.

Ama hiçbir şeye inanmamaya anlam veremiyorum. Descartes düşünmek var olmayı gerektirir diyerek kendi varlığını, eğer ben varsam beni var eden benzersiz bir yaratıcı olması gerek diyerek yaratıcının varlığını açıklamıştır.

E tabi. Yaratıcı var. Asıl mesele, bu yaratıcıya gereksiz amaçlar, hikayeler, figürler adamak.
 
Yahu yaratan yaratılmış olsaydı gerçekten yaratıcı sıfatını alabilir miydi? Bu noktada paradoksa girersiniz. Yapmayın... Yaratırken selfie yapıp kitaplara mı basaydı?

Gördüğüne inanmak kadar kolay şey yok. Herşeyi maddeye indirgemeye de gerek yok. Sataşmaya da... Ben öne sürdüğünüz bilgileri aşağılamadım.

Bazı arkadaşlar karşısındakinin inanışı için neden saygı duyayım ki demiş. Böyle düşündükçe bir yere varamayiz. Tabi ki karşımızdakine saygılı olacagiz. Saygılı olamayan insan sığ görüşlüdür ben değil.

Son olarak saygılar ve hürmetler diyerek yeni yılınızı sağlık ve mutluluk içinde sevdiklerinizle geçirmenizi diliyorum.
 
Yahu yaratan yaratılmış olsaydı gerçekten yaratıcı sıfatını alabilir miydi?
Yine boş cümleler, sen bile bu dedigini eminim anlamamışsındır.

Bir şeyi savunuyorsan bilgin olsun, sana sığ görüşlü demem aşağılamak maksadıyla değil bilgisiz olduğun yüzünden öyle diyorum. Sana kanit sunuyorum biyoloji uğraşamam falan diyorsun böyle diyen biri sığ görüşlü değil de ne?

Benim öne sürdüğüm gerçekleri keşke aşağılayabilsen kanitin yok yapamazsin yoksa çoktan yapmıştın.
 
Bakın şimdi burada yapılan en büyük hata "Yaratıcı" sıfatı verilen gücün veya tanrının sanki yaratılamazmış algısıdır. Nereden bilebiliriz? O kadar geriye gidebilme imkanımız yok. O yüzden de yaratıcı yaratılmış olamaz diyemeyiz. Çünkü o zaman ikinci soru o zaman nereden geldi olur. Bu da konuyu saçma saçma hurafelere taşır.
 
Durum
Mesaj gönderimine kapalı.

Geri
Yukarı