Tanrıya inanmak veya inanmamak - Sorgulamak

Durum
Mesaj gönderimine kapalı.
Hocam bütün milletlerin dilinde ve bütün milletlere aynı anda gidilemeceğinden bir dilin seçilmesinde yanlış göremiyorum.
Neden gidemesin ki? Sonuçta tanrı tüm dilleri anlayabilir, tanrını küçümsemek olmuyor mu bu ya?
 
@Yaman04 Bu daha tatmin edici bir cevap oldu aslında (yine de aynı fikirde değilim) ama küçük bir şeye daha izin verin lütfen. Neden gelen dinler genel olarak Ortadoğu'da? En azgın milletlerden birisi olan Moğollara neden bilinen peygamberler gelmedi? Ya da Amerika kıtası?
 
@Yaman04 Bu daha tatmin edici bir cevap oldu aslında (yine de aynı fikirde değilim) ama küçük bir şeye daha izin verin lütfen. Neden gelen dinler genel olarak Ortadoğu'da? En azgın milletlerden birisi olan Moğollara neden bilinen peygamberler gelmedi? Ya da Amerika kıtası?
Dinler gelirken insanların çoğunluğu ana kıtadaydı, amerika keşfedilmemişti yerliler vardı sadece.
Diğerinin cevabı ise, dinler en yoldan çıkmış olanlara gönderildi diye biliyorum.
 
Dinler gelirken insanların çoğunluğu ana kıtadaydı, amerika keşfedilmemişti yerliler vardı sadece.
Tamam o zaman. Ama Moğollar? Çokça insan katlettiler. Asya oldukça bilindik bir yerdi. Bu arada keşfedilmedi diye diğer insanların bilgisiz mi bırakılması gerekiyor?
 
Ben kendime inansam tanrı bana kızar mı, eğer kızarsa özgürlük hakkımı isterim.
 
Pek bir soru sormak istiyorum. Allahcıklar olmadığını nasıl kanıtlayabiliriz o zaman? Ya da evrenin zaten bir tanrı olduğunu? Tanrı kişiselleştirilmek zorunda mıdır? Evren zaten bir tanrı ise? Bu kısır döngüden çıkarılabilecek en mantıklı seçim bu olabilir de.
Açıkçası kesinlikle gerçek bir İslam hocasına gidip bunları sormak en iyisidir. Gidip okuldaki din hocasına sormamak kaydıyla.
 
@Yaman04 Bu daha tatmin edici bir cevap oldu aslında (yine de aynı fikirde değilim) ama küçük bir şeye daha izin verin lütfen. Neden gelen dinler genel olarak Ortadoğu'da? En azgın milletlerden birisi olan Moğollara neden bilinen peygamberler gelmedi? Ya da Amerika kıtası?
Hocam İslam'a göre 124.000 peygamber dünyaya gelmiştir. Kur'an'da 25 tanesinden bahsediliyor. Kur'an'da her kavme peygamber indirildiği yazıyor. Ayrıca Moğollar, 13.yüzyılda istilalara başladılar. Son peygamber ise 7.yüzyılda vefat etti. Bu yüzden.
 
İnsanlar eşitse neden birinin anadilinde geliyor da biri anlayabilmek için Arapça gibi geniş bir dili öğrenmek zorunda kalıyor? Ben burada bir eşitlik göremedim de. Lütfen bunu da açıklayın.
. Kur’an’ın kendisine vahiy olarak indiği peygamberin dili Arapça idi. Bir insan olarak Hz. Muhammed (a.s.m)’e Kur’an başka bir dilde inseydi, elbette onu anlayamayacaktı. Tebliğ ve teybinle/açıklamakla görevli olan peygamberin anlamadığı bir kitabı başkasına tebliğ ve açıklaması mümkün olabilir miydi?

“Biz her peygamberi, kendi milletinin lisanı ile gönderdik, ta ki onlara hakikatleri iyice açıklasın.” (İbrahim, 14/4),
“Eğer biz Kur’ân’ı yabancı bir dille gönderseydik derlerdi ki: 'Neden, onun âyetleri açıkça beyan edilmedi? Dil yabancı, muhatap Arap! Olur mu böyle şey?' ” (Fussilet, 41/44)
mealindeki ayetler bu gerçeğe dikkat çekmiştir.

b. Kur’an, Allah’ın diğer kitap ve suhufları gibi elbette belli bir yerde, bir muhitte, bir çevrede gelmek zorundaydı. Yani, bütün insanlara birden hitap edecek şekilde, bütün dillerde birden gökten yağar gibi yeryüzüne inmesi sünnetüllaha aykırıdır. Söz gelimi İbranice konuşanlara Tevrat o dilde geldiği gibi, Kur’an’ın da ilk muhatapları olan Araplara Arap lisanıyla gelmek durumundaydı.

c. Kur’an-ı hakim, diğer semavî kitaplardan farklı olarak ifade tarzıyla, lafzıyla da bir mucize olmasıdır. İlk muhatapları olan Araplarca, Kur’an’ın bu harika belagatı, eşsiz fesahati, benzersiz bedî’ sanatının anlaşılması için, ilahî hikmet tarih içersinde Arapça’ya -diğer dillerden farklı- bir özellik, bir genişlik, kazandırmıştır. Bu bağlamda Arapları da ümmi bir millet olarak hazırlayıp, tarihî iftihar tablolarını yazıya dökemedikleri için hafızalarına yazmak zorunda bırakmıştır. Tarihlerini kafalarına kazımak için veciz sözler, kinaye, mecaz, istiare, teşbih gibi bedi dil sanatlarını kullanmak mecburiyetinde kalmışlardır.

Bu sistem Araplarda şiir ve belagatı insanlık camiasında eşsiz bir zirveye taşımıştır. Bu husus, Arapların Kur’an’ı beşer üstü bir kelam olduğunu anlamalarını sağlamıştır. Bu sebepledir ki, yüz binlerce insan Kur’an’ın belagatına secde etmek zorunda kalmıştır. Büyük çoğunluğu Kur’an’ın bu eşsiz üslubu karşısında fazla dayanamayıp İslam dinine girmiştir. Siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik gibi sebeplerden ötürü, İslam’ın hakikatlerine kulağını kapayanlar bile Kur’an’ın bu eşsiz ifade tarzının güzelliğini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Babalarının dinlerini terk etmeme adına bu mucizeye “sihir” demekle işin içinden sıyrılmaya çalışmışlardır.

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Kur’an’ın Arapça olarak inmesinin bir hikmeti de -aklî / manevî ve lisanî bir mucize olan Kur’an’ın harikalığını yansıtma kabiliyetinde olan- Arapça dilinin bu özel konumudur.

d. Hikmet açısından önemli bir husus da şu olabilir ki; evrensel bir vahiy olan, bütün insanlara hitap eden, kıyamete kadar yürürlükte olmaya devam eden Kur’an’ın kullandığı lisanın konumu büyük önem arz eder. Sözcüklerinin değişik manalara gelebilecek şekilde geniş kapsama, az sözle çok manaları ifade edebilecek şekilde veciz üsluba, mecaz ve hakikati, mantık ve mefhumu, delalet ve mazmunu, sarahat ve işaratı yansıtabilecek şekilde incelikleri barındıran, estetik sanata sahip olmasıyla Arapça –böyle cihanşümul bir vahiy olan- Kur’an’ın dili olmaya hak kazanmıştır.

e. Şunu da unutmamak gerekir ki, Kur’an hangi dilde gelseydi, aynı sualler onun için de geçerli olacaktı. Halbuki vahiy, mutlaka insanların kullandığı dillerden biriyle inmek durumundadır. Bu ser-meşkle daha pek çok şey aşk edilebilir.



Bir ilahi kitap aynı anda bütün milletlerin dilinde gönderilemeyeceğine ve peygamber aynı anda bütün milletlerden çıkamayacağına göre bir dilin ve kavmin seçilmesi aklen zaruridir.

Peygamberimizin Araplar içinden gönderilmesinin ve Kur'an'ın Arapça olmasının milliyetçilikle ilgisi yoktur. Çünkü İslam menfi milliyetçiliği yani ırkçılığı yasaklar. Her millet ibadetler, haram- helaller ve Kur'an'ın öngördüğü ahkam dışındaki muamelerinde kendi örf ve kültürüne göre hareket eder, kendi geleneklerini yaşar. Diğer milletlerin Arap kültürünü yaşama zorunluluğu yoktur. Ama aynı dine mensup olmanın verdiği ilgiyle Müslüman milletlerin birbirini etkilemesi tabiidir.

İkinci bir husus, Kur'an'ın Arapça olmasını ve Hz. Peygamber (asm)'in Arap milletinden çıkmasını takdir eden Allah'tır. Allah ise yaptıklarından dolayı kullara hesap vermez.

Kur'an'ın, her türlü dış etkiden masun kalan ve nahiv lisanı olan Arap diliyle gönderilmesinin sayısız hikmetleri vardır.

Bizi yaratan Allah, Kur’an-ı Kerimi Arapça olarak bize göndermiş. Elbetteki manasını öğrenmek için Türkçe, İngilizce gibi mealleri okumamız gerekir. Ancak namaz ibadetinde okuduğumuzda mutlaka aslından orjinalini okumalıyız. Çünkü onun aslı Arapça’dır. Allah Kur'an’ı Arapça olarak indirmiştir. Tercümesi Kur'an yerine geçemez.

Örneğin bir çekirdeğin aslını bozarak parçalara ayırsak, sonra da toprağa eksek ağaç olamayacaktır. Çünkü özellikleri kaybolmuştur. Bunun gibi Kur'an ayetleri, kelimeleri ve harfleri birer çekirdek gibidir. Başka dillere çevrilince özelliğini kaybedeceği için Kur'an olmayacaktır.

“Manasını anlamıyoruz” düşüncesine gelince, ister aslıyla isterse mealleriyle Kur'an'ın manasını anlamak ve onun hükümleriyle yaşamak, her Müslümanın görevidir. Zaten Kur'an anlaşılmak ve yaşanmak için gönderilmiştir. İngilizce bir kitabı bile anlamak için İngilizce öğrenen bir Müslümanın, Kur'anı anlamak için neden Arapça öğrenmediğini de bir düşünmek gerekir.

Ayrıca biz anlamasak da onun bize faydası vardır. Örneğin, dili tad alma özelliğini kaybetmiş bir insan yediği yemek ve gıdalardan faydalanamayacak mıdır?.. Kişinin dili tad almasa da yediği gıdalar gerekli organlarına gidecektir. Kur'an okumak da bunun gibidir. Aklı Kur'an'ın manasını anlamayan bir insan, onu ruhunun midesine atınca, aklı anlamasa da ruhunun diğer özellikleri onun manalarını alacaktır.

Diğer taraftan Kur'an'ın her harfine en az on sevap verileceği bildiriliyor. (Tirmizi, Sevabü'l-Kur'an, 16, 2912) Yüce Rabb’imizin (cc) lütfuna bakalım ki, Kur’an’ın her harfine en az on sevap veriyor. Kur’an’ı cuma, bayram, Ramazan, Kadir Gecesi gibi mübarek ve özel vakitlerde okuduğumuzda ise her harfine verilen sevap karşılığı bire yedi yüz hatta bire 700.000’e kadar çıkmaktadır. Meallerin mutlaka faydası var, ama hiçbir meal Kur'an yerine geçmeyeceği için, Kur'an'ın her harfinden alınan sevabı da alınamayacaktır.
 
Tamam o zaman. Ama Moğollar? Çokça insan katlettiler. Asya bilindik bir yerdi. Bu arad keşfedilmedi diye diğer insanların bilgisiz mi bırakılması gerekiyor?
Moğollar 6. yüzyıldan sonra ortaya çıkmadılar mı yani son din islam geldikten sonra, keşfedilmedi kısmına cevap veremeyeceğim, çoğunluğu oradaydı diyebiliyorum sadece. Belki de mayalar ve aztekler doğru dine inandıklarından gönderilmedi, ya da gönderildi de biz bilmiyoruz, genelde sadece islam peygamberleri hafızamıza kazınmış durumda.
 
Durum
Mesaj gönderimine kapalı.

Geri
Yukarı