Sürprizbozan İnceleme 3 Playthrough ve 250 Saatin Ardından 2 Yıllık Cyberpunk 2077 Deneyimim

Bu konuda spoiler olduğundan sürprizbozan olarak işaretlenmiştir. Spoiler olmadığını düşünüyorsanız konuyu rapor edebilirsiniz.

kaniel

Hectopat
Katılım
4 Nisan 2020
Mesajlar
111
Yer
Yurt Odası
Daha fazla  
Cinsiyet
Erkek
Meslek
Öğrenci
Selamlar. Bu yazıda iki yıllık Cyberpunk 2077 serüvenimi ve bu iki yılda oyunun bende bıraktığı izlenimin ‘çöp gibi oyun’dan oynadığım iyi oyunlar arasına kusurlu da olsa en alt sıralardan yavaş yavaş girmesini anlatacağım. Biraz uzun ve amatör inceleme tarzı bir yazı, vaktiniz varsa ve isterseniz okuyun.
Bu kısımda spoiler yoktur.
Öncelikle belirteyim, Cyberpunk 2077’nin ilk çıkıştaki hali CDPR’ın yaptığı çok büyük bir ahmaklıktır, bir rezalettir. The Witcher üçlemesiyle sevdiğimiz, bağrımıza bastığımız bu firma; yalan vaatlerle bizleri kandırmış, fragmanlarda ve sunumlarda gösterdikleri şeylerin çoğunu barındırmayan bir oyun çıkarmıştır. Bakın bu oyunun duyurusu kendi başyapıtları olan The Witcher 3’ten bile önce yapıldı, ta 2012 yılında.Bu duyuru fragmanının merkezinde bulunan sibersaykoluk ve bu sibersaykolara müdahale eden MaxTac ekipleri bile oyuna daha bu sene çıkan güncelleme ile eklendi. Ne var ki fragmanda şöyle iddialı bir ibare vardı: “Hazır olduğunda çıkacak”. Yani hiç kimse CDPR’a oyunu hazır olmadığı halde yayınlaması için baskı göstermedi. Sonrasında ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Büyük çoğunlukta yatırımcıların para kazanma hırsı yüzünden oyun 2020 aralık ayında henüz hazır olmaya yakın bile değilken yayınlandı ve haliyle yerden yere vuruldu. Konsollardaki rezalet performans mı dersiniz, bazen komik bazense kafayı yedirten bir dolu bug mı dersiniz, hepsi vardı oyunda. Oyun konsollarda o kadar kötü çalışıyordu ki Sony hiç yapmadığı bir şey yapıp oyun için Playstation’da koşulsuz para iadesi verdi. CDPR da bu sorunları biliyordu ve oyunu inceleyen kurumların inceleme videolarında kendi aldıkları kayıtları kullanmalarını yasaklayıp önceden hazırlanmış olan kayıtları kullanmalarını söyledi. Neyse, oyunun ilk çıkıştaki sorunlarının tamamını gömmeye kalksak sayfalar dolusu yazı olur o yüzden burada bırakıyorum.

BUNDAN SONRASI TAMAMEN SPOILER


2021 yılının kasım ayında, yani çıkışından 1 yıl sonra oyunun başına ilk kez oturduğumda bu ön yargılarla başladım. Aradan geçen bir yıllık zamanda bugların bir kısmı düzelmişti ama hala sayıları oldukça fazlaydı, performans sorunları da cabası tabii. Bu sorunları görünce oyun hemen bende negatif bir algı oluşturdu haliyle. Bunları görmezden gelip hikaye ve oynanış tarafına odaklanayım dediğimde ise istediğimi yine tam anlamıyla bulamadım. Öncelikle hikayeden bahsedecek olursam, maalesef oyunu ilk oynayışımda hikayesiyle bağ kuramamıştım. Hikayenin başında seçilen arka plan hikayesiyle oyuna giriş yapıyoruz (ilk oynayışımda street kid seçmiştim) ve daha bir saat bile geçmeden, olayları, karakterleri benimseyemeden kendimizi bir anda bir curcunanın içerisinde buluyoruz. Oyun en başında bize ana karakterlerinden biri olan Jackie ile tanıştırmaya çalışıyor. Daha onun kim olduğunu ve bize ne anlam ifade ettiğini doğru düzgün anlayamadan ise bir ara sahne girip Jackie ile geçirdiğimiz birkaç ay ve bu aylarda yaptığımız işler gösteriliyor. Oyun çıkmadan önce bu kısımlar aslında bizim oynayacağımız uzun bir sekansmış sözde ama tabi oyundaki diğer birçok unsur gibi burası da kesilmiş ve sadece iki dakikalık bir ara sahne ile geçiştirilmiş. Hikayenin özetini geçmeyeceğim burada, birçok kişi biliyordur zaten. Dediğim gibi hem aceleye getirilmiş bu hikayeyi çok benimseyemedim, hem de Keanu Reeves’i çok sevmeme rağmen Johnny Silverhand’in egoist ve narsist tavırları nedeniyle kendisini hiç sevmedim ve diğer karakterlere ısınamadım. Hatta Silverhand’i o kadar sevmedim ki oyunun ana hikayesinin yaklaşık 25. saatinde karakterim onunla olan berbat ilişkiyi bitirmenin tek yolunun intihar olduğunu gördü ve kafasına bir kurşun daha sıkarak hayatına son verdi.
Oynanış olarak oyun bir RPG olarak lanse edilmesine rağmen maalesef bu öğelerin karakterimiz 10 dmg verirken bunu 20’ye yükseltmekten başka çok da bir işe yaramadığını gördüm. Oyun bir RPG’den çok aksiyon oyunuydu. Zaten CDPR da bunu oyunun çıkışından hemen önce Twitter hesabındaki RPG ibaresini açık dünya aksiyon oyunu ibaresi ile değiştirme kahpeliğini yaparak kabullenmişti. Stealth build yapayım, susturuculu silah kullanarak gideyim bakalım nasıl oluyor dedim fakat oyunda bu buildi destekleyecek sağlam bir mekanik bulunmadığından kısa süre sonra vazgeçtim. Aldım elime bir tüfek bir pompalı, önüme gelene geçirdim ve oyun sonuna kadar da hiçbir değişiklik ihtiyacı hissetmedim. Yetenek puanlarımı başlarda istediğim gizlilik buildini yapabilmek için dikkatlice dağıtmaya çalışırken, işe yaramadığını gördüğümde vazgeçtim ve o anda gözüme en iyi gelen perk ne ise ona verip geçtim. Keza gözle görülür hiçbir değişiklik olmuyordu genelde. Attribute puanı sisteminde de belirli attribute’lara yapılan yatırımlar sadece diyalog ekranlarında ekstra seçimler yapabilmemize ve arada karşımıza çıkan kilitli kapıları açmamıza ya da elektronik cihazları hack’leyebilmemize yarıyordu. Bu diyalog ekranlarında yaptığımız seçimler ise çoğu zaman aynı yere bağlansa da kısmen oldukça farklı sonuçlar doğurabiliyordu. Sonuç olarak bu oyun bir RPG değil, RPG süsü verilmiş bir açık dünya aksiyon oyunuydu. Maalesef bu konuda da sınıfta kalmıştı.

2022 yılının sonlarına doğru çıkan Cyberpunk Edgerunners animesini meraktan açtım ve iki gün içinde on bölümün hepsini büyük bir keyifle tükettim. Ben pek fazla anime kültürü olan biri değilim fakat Edgerunners 20 dakikalık 10 bölümde beni karakterlerine ve hikayesine çekmeyi başardı. Son bölümlerine doğru gittikçe karanlık bir hal alıp beni etkileyen, beklediğimin aksine mutlu sondan olabildiğince uzak olan bir final yaptı. Diziyi izledikten sonra aslında Cyberpunk evreninin lore’a uygun tasvirinin bu olduğunu anladım. Bu evrende dünyanın ne kadar yozlaşmış ve çökmüş bir yer haline geldiğini dizide çok uç noktalarda görebilirken, oyunun dünyası bunu yeterince iyi veremiyordu bence. Oyunun ve dizinin temel aldığı masaüstü rol yapma oyununun en temel mekaniklerinden biri olan sibersaykoluk ve sibersaykolar, Edgerunners’ın ana konusuydu. Ne var ki yukarıda bahsettiğim gibi oyunda sibersaykolar sadece mini bosslar olarak dövüşebildiğimiz, başka hiçbir esamesi okunmayan yan içeriklerdi.
Diziyi izledikten sonra oyunu tekrar oynadım ve bu sefer dizinin de etkisiyle kendimi biraz daha kaptırabildim. Daha öncesinde street kid seçmiştim, bu sefer de nomad seçeyim bakalım ne farkı var dedim fakat tabii ki bu seçim de beklenildiği kadar büyük bir etkiye sahip değilmiş. Oyunun ilk bir saatinde farklı bir sekans oynadıktan sonra baktım ki street kid’le aynı noktaya gelmişim. Bu da tabii ki bana bir hayal kırıklığı daha yaşattı. Yine de bu sefer ana hikayenin dışında birçok yan görevi de yaptım fakat oyunun mekaniksel sıkıntıları yüzünden bir süre sonra hep aynı şeyi yaptığımı fark edip oyunu yavaş yavaş saldım. Her ne kadar buglar çok azalmış ve performans makul seviyelere gelmiş olsa da oyun hala kendisini saatlerce oynatacak mekaniklere sahip değildi. Yaklaşık olarak 35-40 saat civarında oynadım ve daha sonrasında sıkılıp bıraktım. Farklı olan şey ise bu sefer bir şekilde kendimi yavaş yavaş Johnny Silverhand karakterine farklı bir gözle bakarken buldum. Evet, dediğim gibi narsistin önde gideniydi fakat hikaye ilerledikçe kendisinin aslında ideallere sahip, dışarıdan göründüğü kadar sik kafalı birisi olmadığını anladım. Hikayede ara ara kendisinin gözünden gördüğümüz sahnelerde ve V ile yaptığı sohbetlerde kendisini biraz daha iyi tanıdım ve sempati duydum. Açık konuşmak gerekirse bu sempatide Silverhand’in sesinden görüntüsüne kadar Keanu Reeves olmasının da etkisi vardı belki de. Evet oyunun ana karakterini oldukça ünlü ve sevilen bir aktöre vermek yine CDPR’ın kullandığı basit bir numaraydı belki ama bende biraz da olsa işe yaramıştı sanırım. Johnny Silverhand’i onun gibi modellemeyip rastgele bir tasarımla ve ses aktörüyle çalışsalardı zannedersem bu kadar pozitif yaklaşamazdım. JS dışında tabii diğer karakterlere de biraz daha ısındım, oyunun hikayesinde ve kurgusunda hiçbir değişiklik olmasa da kendimi biraz daha bu karakterleri sevmeye ve atmosfere kaptırmaya zorladım. Zorladım diyorum çünkü oyun kendi başına beni içine çekmeye yetecek altyapıya hala sahip değildi. Bu şekilde ikinci sefer oyunu bitirdim ve bir önceki gibi aşırı depresif bir sona değil de nispeten daha iyi bir sona ulaştım.

Üçüncü oynayışımdaki deneyimime geçmeden önce, oyunun bu versiyonlarının aslında ne kadar eksik olduğunu anlayabilmeniz için 2018 fragmanıyla çıkış versiyonu arasındaki farklardan bazılarını anlatayım. Öncelikle karakter oluşturma ekranının 2018 yılındaki fragmanda gösterildiği kadar detaylı olmadığını belirteyim. Bu fragmanda çocukluktaki idolümüz, hayatımızdaki dönüm noktası ve Night City’ye gelme nedenimiz gibi farklı arka plan oluşturma elementleri bulunuyor fakat final versiyonda arka plan olarak sadece nomad,corpo ve street kid seçebiliyoruz ve bunlar da eninde sonunda aynı yere çıkıyor. Ayrıca bu fragmanda oyuna başlamadan önce temel attribute puanlarımızın bir kısmını dağıtarak yapmak istediğimiz builde belli bir temel de oluşturabiliyoruz. Fragmanda ara sahnelerin birçoğunun üçüncü şahıstan olduğunu, büyük özenle oluşturduğumuz karakterimizi neredeyse her ara sahnede görebildiğimizi de belirtmeden geçmeyeyim. Oyunun bu 50 dakikalık fragmanında gördüğümüz birçok şey final versiyonda ne yazık ki bulunmuyor. Mesela görevlere yaklaşımımız ve bu yaklaşımlardan doğan sonuçlar her bir görevde apayrı sonuçlar doğuracaktı. Bir görevde yaptığımız seçim, belki üç dört görev sonra karşımıza çıkacak ve akışı farklı bir yöne çekecekti. Sokaktaki insanlar ruhsuz ruhsuz dolaşmayacak, hepsinin gün içinde bir yaşam döngüsü olacaktı. Sokaklarda gezerken rastgele gelişen bir sürü olayla karşılaşacaktık. Görev icabı aldığımız bazı nesneleri kullanabilmek için önce bu nesneyi detaylı bir incelemeye alıp varsa üzerindeki şifreyi kaldırdıktan sonra kullanabilecektik. Yine temel mekaniklerden biri olan hızlı hack özelliğini öyle dilediğimiz gibi her yerde kullanamayacaktık. Öncesinde hızlı hack yapacağımız düşmanlardan birinin nöral ağına fiziksel olarak girip, buradan aynı ağa bağlı olan diğer düşmanların sistemlerine sızacak ve sistemlerine virüs yükledikten sonra onları hackleyebilecektik. Fiziksel olarak da çevreyle daha fazla etkileşime geçebilecektik. Mesela yıkılabilir ortamlar olacak, bazı implantlar duvarlarda koşmamıza ve tutunmamıza olanak sağlayacaktı. Ayrıca giydiğimiz kıyafetler, zırhımızdan tutun da sokaktaki saygınlığımıza kadar karakterimize birçok alanda etki edecekti. Sonuçta Mike Pondsmith’in orijinal tabletop rpg’sinin en büyük mottolarından birisi ‘Cyberpunk evreninde insanların kişiliklerinden daha önemli bir şey varsa o da dış görünüşleri’ olduğuydu. Evet, giydiğimiz kıyafetler aynı zamanda zırhımızı oluşturuyordu bu doğru fakat bu noktada da başka bir sorun ortaya çıkıyor; bazı kıyafetleri gözümüze hiç hoş gelmese de sırf daha iyi koruma sağladığı için giymek zorunda kalmamız. Kendi stilimzi özgürce yansıtamıyorduk yani oyunda. Neyse ki bunu 2.0’dan önce 1.6 güncellemesi ile düzeltmiş, zırh seviyesini taktırdığımız implantlara bağlayarak dilediğimiz kıyafeti giymemize olanak sağlamışlardı. Fragmanı oyunun çıkışından sonra izleyince kendi kendime oyun gerçekten böyle çıksaydı nasıl olurdu diye hayal etmeden duramadım.

Neyse, bu kısmı daha fazla uzatmayacağım, fragmanda gösterilen ve oyunda olmayan daha bir dolu unsur var ve hepsini saymak aşırı uzun sürer. Ben son oynayışımdaki deneyimimden bahsedeyim.

Nihayet bu yıl 26 eylülde oyuna 2.0 güncellemesi ve Phantom Liberty adlı bir DLC geldi. Ben de yine duramadım ve tekrar geçtim oyunun başına. Oyunu ikinci defa bitireli henüz bir yıl bile olmamıştı fakat ben bu sefer yine oyuna yepyeni bir karakterle sıfırdan başladım. Şunu belirteyim, oyun ana hikayeyi oynamadan Phantom Liberty’ye geçiş yapma imkanı veriyor. Ne var ki benim herhangi bir oyunu, diziyi veya kitabı vs. yarım bırakıp tekrar döndüğümde mutlaka sıfırdan başlama gibi bir takıntım olduğu için oyuna üçüncü defa baştan başladım. Bunu yapmamın bir nedeni de 2.0 ile oyunun yetenek ağacının baştan aşağı değiştirilmiş olmasıydı. Bunun yanında gelen daha onlarca değişiklik ve düzeltme de olunca baştan almak kaçınılmaz oldu. Bunları oyunu övmek için söylemiyorum. Keza 2.0 güncellemesi ile gelen yeniliklerin çoğu aslında oyunun ilk versiyonunda olması gereken fakat öyle ya da böyle nedenlerle olmayan oldukça basit mekanikler.

Background olarak bu sefer hiç seçmediğim corpo’yu seçtim ve bundan önceki iki oynayışımda yaptığım gibi güzelinden bir bayan V oluşturup girdim oyuna. Corpo arka planı aslında bürünmek istediğim gizlilik karakteriyle oldukça güzel örtüşen bir başlangıca sahip. V, Jackie ile işbirliği yapıp Arasaka şirketinden veri çalma görevinde olan bir ajan olarak başlıyor ama şirket bu girişimlerini fark edip V’yi işten atıyor. Daha sonrasında da hep izlediğimiz o iki dakikalık ara demo giriyor ve Jackie ile olan serüvenler kısacık bir sekans olarak gösteriliyor. Ana hikayenin kalan kısmında bu sefer yine çok dramatik değişiklikler olmasa da bu sefer yaptığım seçimler beni en çok tatmin eden sona ulaştırdı. V ile Silverhand artık kanka olmuştu. Silverhand V’ye artık ele geçirilecek bir beden olarak değil, tam anlamıyla bir yol arkadaşı gözüyle bakıyordu. Nihayetinde oyun sonunda V, Aldecaldolar’la Arasaka kulesini bastı, sonra sibergerçeklikte Silverhand ile vedalaşarak kendi bedenine döndü ve yanına sevgilisi Judy’yi de alarak Aldecaldolar’la birlikte bu bok çukuruna dönüşmüş olan şehirden göç etme yoluna koyuldu. Cidden beni en çok tatmin eden son bu oldu. Ana hikayenin sonuna ulaşınca oyun bizi tekrar Night City’e atıyor ve bu son hiç olmamış gibi kafamızda Silverhand ile oyuna devam edebiliyoruz.

Böylelikle şehre geri dönerek Phantom Liberty hikayesine giriş yaptım. Spoiler vermeyeceğim bu kısımda ama şu kadarını söyleyeyim; CDPR aynı Witcher 3’te olduğu gibi yine DLC yapma konusundaki hünerlerini göstermiş. Yiğidi öldürüp hakkını yememek lazım, Phantom Liberty'yi ve anlattığı spy-thriller hikayesini çok beğendim. Ana hikaye her ne kadar ortalama üstü sayılsa da DLC’nin hikayesi yanında oldukça sıradan kalıyor. Phantom Liberty’de tanıştığımız karakterlerin çoğu hikayede kilit bir nokta oynuyor. İdris Elba’nın karakteri Solomon Reed, Song So Mi, Başkan Myers, Alex, Kurt Hansen ve daha bir çok karakterle karşılaşıyor ve hikaye boyunca bu karakterlerin hangisinin bizi oyuna getirmeye çalıştığını, hangisinin bize yardım etmeye çalıştığını anlamaya çalışarak ilerliyoruz. Hiç kimseye güvenemediğimiz için ana hikayede sadece bazı yerlerde yaşadığım seçim yaparken ikilemde kalma durumunu bu hikayede oldukça sık yaşadım. Tabii bu noktada Johnny Silverhand yine kafamızın içinden bize seslenmeye devam ediyor. Bazen yapacağımız seçimlerde bize yol göstermeye çalışıyor, bazen içinde bulunduğumuz durumun karmaşıklığı hakkında yorum yapıyor, bazense boş muhabbet döndürüyor. Nihayetinde oyunda bir kırılma noktasına geliyoruz ve bu noktada yaptığımız tek bir seçim, hikayenin kalan kısımda birbirinden tamamen farklı yollara gitmesine neden oluyor. Bu seçimi The Witcher 2’yi oynadıysanız Vernon Roche ile Ioverth arasında yaptığımız seçim gibi düşünebilirsiniz. Hangisini seçerseniz seçin, kalan kısımda birbirinden apayrı iki farklı yola girmekteyiz. Ana hikayede bu durumu sadece oyunun son noktasına geldiğimizde yaşıyorduk. Öncesinde bu noktaya gelene kadar neredeyse yaptığımız çoğu seçim farklı yollardan da olsa bizi nihayetinde aynı noktaya çıkarıyordu. DLC’nin hikayesinin sonunda yaptığımız seçimlere göre Phantom Liberty’nin ana oyundan bağımsız alternatif sonlarına ulaşıyoruz. Bu sonlar gerçekten ilginç ve beklenmedik noktalara ulaşıyor, özellikle bir tanesi beni oldukça şaşırtmayı başardı.

Oynanış kısmına gelecek olursak, bazı noktalarda oynanışı büyük oranda değiştiren yenilikler yapılmış. Bahsettiğim 2.0 güncellemesi ile gelen yetenek ağacı sistemi yeni versiyonu ile oyuncuların oynayış tarzlarına destek olacak özellikleri sağlayacak bir hale bürünmüş sonunda. İlk versiyonda yapmaya çalıştığım fakat çalışmayan stealth+katana buildini bu sefer doğru yeteneklere yatırım yaparak oluşturabildim nihayet. Oyun üçüncü seferde beni gerçekten içine çekmeyi başarabidi, hem oynanış anlamında hem de RP anlamında. Gizlilik buildimi destekleyecek implantlar taktım, mesela görünmezlik zırhı, sessiz hareket etmemi sağlayan bacaklar, fırlatma bıçağının daha yüksek hasar ve zehir vermesini sağlayan el implantları, yakın mesafede kombata girmem gerektiğinde oldukça etkili olan ayıboğduran, Z bıçakları ve katana vs. Yetenek puanlarımı da bunları destekleyecek şekilde dağıtınca karakterim oynaması oldukça zevkli bir cyber assasin’e dönüşmüştü. Aldım elime susturuculu tabancamı, önüme gelenin gerekirse kafasına sessizce bir mermi yerleştirdim, gerekirse arkasından sinsice yaklaşıp boynunu kırdım, işler kızıştığında ise çektim katanamı, açtım ayıboğduranı daldım aralarına. Burada anlatırken bile ne kadar zevk aldığımı anlamışsınızdır. Bu şekilde karakterimi sonuna dek geliştirerek ve sokaklarda saygınlığımı gitgide arttırarak uzun saatler boyunca oynadım. Haritada gördüğüm ne kadar ufak tefek iş varsa tamamını bitirdim, yapılmadık tek bir görev bırakmadım. Oyuna oldukça güzel özellikler ekleyen bazı modları da denedim ve aralarından bazıları oyunun vanilla versiyonunda kesinlikle olması gereken unsurlardı. Oyun sonunda V’nin ve sevgilisi Judy’nin hep hayal ettikleri gibi birlikte şehirden kaçmalarını sağladım. En nihayetinde toplamda bir aydan uzun bir süre boyunca Cyberpunk 2077’den başka bir oyuna neredeyse elimi hiç sürmedim, Bu bir ayda yaklaşık olarak 140 saatten fazla oynadım ki bu süre önceki iki oynayışımın toplamının iki katından bile fazla. Artık oyunda yapacak bir şey kalmamasına rağmen kendimi zavallı 3050 ekran kartlı laptopumda ray tracing ile 30 fps’leri zorlayarak Night City’nin neon ışıkları altında yavaş yavaş yürürken buldum ve o noktada artık anladım ki bu oyun beni gerçekten etkilemeyi sonunda başarabilmişti. Üç yıl sonunda hatalarıyla kusurlarıyla bu oyunu sevebilmiştim ve artık bu oyunla barışıp vedalaşabilirdim. Hala daha oyunun tam potansiyeline ulaşamadığının farkındayım, bundan sonra da hiç ulaşamayacak. O yüzden CDPR bu oyunu salıp önce Witcher’ın yeni oyununu, sonrasında da yeni Cyberpunk oyununu DÜZGÜN BİR ŞEKİLDE yapmaya girişsin. CDPR bu oyuna bir sequel duyurana kadar bir daha dokunmamak üzere oyunu kaldırdım. Çünkü kaldırmazsam biliyorum ki arada tekrar girip yine şehirde aylak aylak dolaşarak zaman öldürecektim. Oynamam gereken başka oyunlar ve yapmam gereken işler dururken bu maalesef bir vakit kaybından başka bir şey olmazdı. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim, Cyberpunk 2077 hakkında görüşlerimi paylaşmak istedim. Hadi iyi geceler.
 
Son düzenleyen: Moderatör:

Technopat Haberler

Geri
Yukarı