Undertale: İnceleme

Reddi_

Centipat
Katılım
21 Mayıs 2020
Mesajlar
69
Yer
Patates Konvoyu
Daha fazla  
Cinsiyet
Erkek
Ben 5 yaşımdan beri bir oyuncuyum ve oyunculuk hayatıma "Atari" çakması konsollarla başladım. Ancak o dönem 90'lar değildi, Uncharted 3, Batman Arkham Asylum, L. A Noire gibi dönemine damga vurmuş pek çok farklı türde olan oyunarın çıkış dönemi "2011" idi. Oyunculuk veya oyunlar hakkında tek bildiğim bilgisayar veya farklı cihazlarda oynanabilen, sadece dövüş üzerine kurulu basit eğlence araçlarıydı. Ancak kuzenimin evine giren eski Wii ile birlikte bunun spor, macera keşif ve aksiyon gibi pek çok farklı dala yayıldığını gördüm. Ardından annem 2. el bir konsolla çıka geldi ve evde uğraş bulmuş oldum bende. 16 Bit görünüşe sahip bu oyunlar şu anki oyun zevkimin temelini oluşturdu diyebilirim aslında. Uzun bir süre o konsolla devam ettim, ardından inanılmaz bir fırlamayla 2015 yılında hala kullandığım PS4' üme geçiş yaptım. O dönem 8. nesil görsellikti falandı falandı hiç bilgim yoktu. Elbette 3D oyun kavramına geçiş yapmıştım ve bunun yarattığı değişimin farkındaydım ancak bir yıl boyunca FIFA dışında hiçbir şey oynamadım. Çünkü oyunum yoktu. Yani o dönemlerde çıkmış, The Order: 1881, Uncharted 4 gibi dönemine görsellik bazında damga vurmuş hiçbir şeyden haberim yoktu. Aradan 1 yıl geçti ve evimize o nanet olası "Destiny" girdi, 2 yıl boyunca kafamı kaldırıp başka oyuna bakmadım. Oyunculuk yeteneklerim de iyi olmadığından 2 yıl götürmeyi becerdi beni Destiny. Bitirdiğimi falan sanmayın ha, o kadar kötü bir oyuncuydum. Aradan 1 yıl geçti, bende oyun tarafına ilgi duymaya başladım. Yavaş yavaş oyunlar hakkında daha fazla bilgi ediniyor, daha fazla oyun alıyor ve daha fazla bu alanda vakit geçirmeye başlıyordum. Geçen senede bunu tam olarak oturtum diyebiliriz. Ardından iç olmadığı kadar aç bir şekilde elime geçen her oyunu tükettim, oyun oynamaya başladığım yıldan itibaren 8 yıllık oyun piyasası vardı. Bende alabildiğim kadar oyun aldım, bazılarınıza hala az gelebilir ancak ben bu oyunları 1, 2 sene içerisinde oynadım. Oynayamadıklarımı da gameplay videolarından izledim. İşte bu bir iki yıl içinde oynadığım oyunlar(kronolojik sırayla değil):

Minecraft - Star Wars Battlefront 1- Star Wars Battlefront 2 - GTA V- Overwatch - Destiny 2 - RDR 2- Battlefield 1 - Town Of Salem - Rocket League - God of War III Remastred - Call of Duty Advanced Warfare - Hand Simulator - CS:GO - Assasin' s Creed Unity - Assasin' s Creed Syndicate - Assasin' s Creed Black Flag - Need for Speed 2015 - Assasin' s Creed Odyssey - Cuphead - Şimdilik aklıma gelenler bu kadar ancak bu liste uzar gider.

Peki ben bunları niye anlattım? Bazılarınız: "BİZ BURAYA UNDERTALE ÖVME OKUMAYA GELDİK, NE ANLATIYON GARDAŞ?" Diyebilir. Evet Undertale 'övünülecek!" Ancak bunu hızla geçiştirmek istemiyorum, benim için neden özel bir oyun olduğunda değinmek istiyorum. Bu oyunu hemen "ÇOK GÜZEL OYUN, ON ÜZERİNDEN ON!" Diyerekten bir kenara atmayacağım.

Efenim yukarıda da bahsettiğim gibi, ben 16 Bit, 2D ve platformer türleriyle büyümüş birisiyim. Bu anlamda sonunda "Bit" bulunan herhangi bir grafik türüne sahip oyun en baştan bir artı puanı alıyor benden. Çoğu insan pixel art kavramına ön yargı ile yaklaşırken ben yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kucaklıyorum. Özellikle geçenlerde oynadığım Shovel Knight beni bu anlamda çok güzel bir nostaljiye götürdü. Undertale'da bu pixel artı ile çoğu insandan daha çabuk onu kabullenmeme sebep oldu.
Ancak sadece sanat dizaynı değil, günümüz oyunlarının eksikliğini çok rahat hissettirdiği her şeyi çok güzel bir şekilde servis ediyor Undertale.
Öncelikle ana senaryo:
Uzun yıllar boyunca dünyaya iki ırk hükmetmiştir: İnsanlar ve canavarlar. Ancak bir gün iki ırk arasında bir savaş çıkagelir ve insanlar savaştan galip olarak ayrılır. İnsanların en iyi 7 büyücüsü canavarları yeraltına hapseder ve yeryüzü insanların hükmü başlar.
Yıllar sonra Frisk isimli bir çocuk Ebott dağına tırmanmaya çalışır ancak takılıp canavarların yaşamına; doğruca yeraltına iner.
İşte hikayemiz bu. Aslında ne kadar klişe, değil mi? Canavarlar ve insanlar. Ancak hikaye işlenme açısından bir hayli kaliteli. Bahsetmem gereken ilk şey bu oyunun bir "JRPG, Macera, aksiyon, puzzle" tarzında ilginç bir türü olması. Bir RPG olarak oyunun elbetteki farklı sonları var, ancak oyunda "Biz RPG değiliz, ancak yetenek ağacımız var!" Diyen oyunların aksine karakter geliştirme yok, ancak kötü son yapmak isteyenler için daha güçlü silahlar var ancak onlarında oynanışa çok bir çeşitlilik kazandırdığı söylenemez, değişen tek fark silahların güç farkları. Ancak bu bir RPG oyunu, karakterimizin geliştiğini göremiyorsak, hatta geliştiremiyorsak nasıl bir RPG bu? Öncelikle şunu anlatayım: Oyun içi çeşitlilik bol, yani bir defa savaştığım düşmanla en fazla 4 5 defa tekrar savaştım. E bu az değilki? Diyecekler için, oyun bir yerden sonra önceden gönderdiği iki düşmanın kombinasyonunu gönderiyor, veya ikisini aynı savaşta farklı iki düşmana karşı savaşıyor olarak gönderiyor. İşte bu durumda yine iki farklı saldırı türünün kombinasyonu oyuna bolca çeşitlilik sağlıyor. Aynı zamanda oyunda Dost Kayaoğlu'nu mutlu edecek biçimde bolca boss savaşı mevcut, 10 saatlik oynanış süresine göre ortalama 5 boss savaşı gayet yeterli. Ve bosslarda aynı bossa kılıf giydirilip tekrar gönderilmiş hali değil, her bossla birlikte oyuna resmen yeni bir eklenti geliyor. Şimdi gelelim karakter gelişimindeki olaya. Evet karakter herhangi bir RPG oyunundaki gibi zırh, silah anlamında gelişmiyor ancak sizi, yani oyuncuyu ruhsal bazda inanılmaz değiştiriyor. Hikaye öyle bir akıyor, öyle bir ilerliyor ki bir yerden sonra kötü son yapmaya çalışan biri iseniz vicdan azabı çekmeye, Flowey'nin nasıl sizi parmaklarında oynattığını görünce intikam duygusuyla beslenmeye yani oyunda ruhsal anlamda gelişme yaşamaya başlıyorsunuz. Oyunda kim neyi yapar, kim nedir gibi tecrübe kazanıyor, XP olarak değil kişisel olarak gelişiyorsunuz. Aynı The Last of Us'daki gittikçe artan baba-kız ilişkisi gibi. Kişiliğiniz, asıl benliğiniz oyunu oynadıkça ortaya çıkıyor.

Bölüm tasarımları:
Bölüm tasarımları gayet hoş, pixel art ile bir sanat yaratmışlar demek zor ancak bu da oyunun kendi kimliğini oluşturuyor.

FPS Sorunu optimizasyon vs zaten yok, oyunu oynadığım eski 2 GB RAM'lı PC'e de bile hiç kasmadan oynadım.

Karakterler:
Karakterler tek kelimeyle "şahane." Komik olmaya çalışan hiçbir karakter tam anlamıyla komik değil ancak öyle bir işleniyor ki kendinizi adeta bir sitcom durum komedisi izler gibi buluyorsunuz. Özellikle Sans ve Papyrus kardeşler bu konuda ön plana çıkıyor. Toriel'ın anne sevgisi, Flowey'nin o sayko havası ve geçmişinde çektiği acıları dışa vurması, Asriel gibi küçük bir çocuğun geçmişiyle verdiği savaş, Asgore senin ben (Küfür-küfür-küfür-küfür) en gıcık olduğum sensin, Undyne gibi bir Amazon'la kurduğumuz dostluk vb. Undertale'ın hiçbir karakteriyle tam anlamında bir bağ kuramadım, ne de ana karakter Frisk ile. Ancak onları sevdim, üzülsünler istemedim ve onları gerçek birer dost olarak gördüm.

Bu oyun bana oyunların uzun zamandır yapamadığı şeyi verdi, gerçekten oyunu eksiksiz sevmeyi. Bu oyun bir "şaheser."

Puanım:
98/100
(O iki puanı da Asgore'a kırdım ruhsuz soğuk kanlı katil)
 
Bu oyuna karşı aşırı bir önyargı var üzerimde niyeyse. Sanki hiç zevk almayacağım bir şey gibi geliyor. Bilemedim şimdi.
Bir kere normal oynayin, daha sonra True Pacifist Route yapin. Eger uzgun ve intihar etmeyi dusunuyorsaniz gercekten de derinden etkiliyor sizi. Gordugum en iyi hikayeye sahip oyun olabilir kendisi.
 
Çok başarılı bir inceleme olmuş, okurken çok keyif aldım. Ayrıca bir Dost Kayaoğlu havası sezdim :D
Aynısını arkadaşın önceki incelemesinde yazmıştım, bunda da yazmamak için kendimi tutuyordum 😂
Bir kere normal oynayin, daha sonra True Pacifist Route yapin. Eger uzgun ve intihar etmeyi dusunuyorsaniz gercekten de derinden etkiliyor sizi. Gordugum en iyi hikayeye sahip oyun olabilir kendisi.
Bakalım indirime girsin almayı düşünüyorum. Zaten oynayacak oyun bulamıyorum.
 
Aynısını arkadaşın önceki incelemesinde yazmıştım, bunda da yazmamak için kendimi tutuyordum 😂

Bakalım indirime girsin almayı düşünüyorum. Zaten oynayacak oyun bulamıyorum.
Dost abi çok etkiliyor insanı yaa, onun eleştirmediği bir şeyi eleştireceğim bir sonrakinde, varmıdır fikir?:D
 
Bu oyuna karşı aşırı bir ön yargı var üzerimde niyeyse. Sanki hiç zevk almayacağım bir şey gibi geliyor. Bilemedim şimdi.

Oyunu hep sonunu falan gameplay videolarından biliyordum ablamla beraber oyunu 1 Hafta'ya bitirdik öyle sardı'ki oyun efsane ama oyunu korsan kullanıyorum ve alma fırsatım olduğu anda oyunu alacağım çünkü oyun korsan kullanılmayı asla hak etmiyor :(
Ben 5 yaşımdan beri bir oyuncuyum ve oyunculuk hayatıma "atari" çakması konsollarla başladım. Ancak o dönem 90'lar değildi, Uncharted 3, Batman Arkham asylum, l. A noire gibi dönemine damga vurmuş pek çok farklı türde olan oyunarın çıkış dönemi "2011" idi. Oyunculuk veya oyunlar hakkında tek bildiğim bilgisayar veya farklı cihazlarda oynanabilen, sadece dövüş üzerine kurulu basit eğlence araçlarıydı. Ancak kuzenimin evine giren eski wii ile birlikte bunun spor, macera keşif ve aksiyon gibi pek çok farklı dala yayıldığını gördüm. Ardından annem 2. el bir konsolla çıka geldi ve evde uğraş bulmuş oldum bende. 16 Bit görünüşe sahip bu oyunlar şu anki oyun zevkimin temelini oluşturdu diyebilirim aslında. Uzun bir süre o konsolla devam ettim, ardından inanılmaz bir fırlamayla 2015 yılında hala kullandığım PS4' üme geçiş yaptım. O dönem 8. nesil görsellikti falandı falandı hiç bilgim yoktu. Elbette 3D oyun kavramına geçiş yapmıştım ve bunun yarattığı değişimin farkındaydım ancak bir yıl boyunca FIFA dışında hiçbir şey oynamadım. Çünkü oyunum yoktu. Yani o dönemlerde çıkmış, the order: 1881, Uncharted 4 gibi dönemine görsellik bazında damga vurmuş hiçbir şeyden haberim yoktu. Aradan 1 yıl geçti ve evimize o nanet olası "Destiny" girdi, 2 yıl boyunca kafamı kaldırıp başka oyuna bakmadım. Oyunculuk yeteneklerim de iyi olmadığından 2 yıl götürmeyi becerdi beni Destiny. Bitirdiğimi falan sanmayın ha, o kadar kötü bir oyuncuydum. Aradan 1 yıl geçti, bende oyun tarafına ilgi duymaya başladım. Yavaş yavaş oyunlar hakkında daha fazla bilgi ediniyor, daha fazla oyun alıyor ve daha fazla bu alanda vakit geçirmeye başlıyordum. Geçen senede bunu tam olarak oturtum diyebiliriz. Ardından iç olmadığı kadar aç bir şekilde elime geçen her oyunu tükettim, oyun oynamaya başladığım yıldan itibaren 8 yıllık oyun piyasası vardı. Bende alabildiğim kadar oyun aldım, bazılarınıza hala az gelebilir ancak ben bu oyunları 1, 2 sene içerisinde oynadım. Oynayamadıklarımı da gameplay videolarından izledim. İşte bu bir iki yıl içinde oynadığım oyunlar(kronolojik sırayla değil):

Minecraft - Star Wars battlefront 1- Star Wars battlefront 2 - GTA V- Overwatch - Destiny 2 - RDR 2- Battlefield 1 - town of salem - Rocket League - God of War III remastred - Call of Duty Advanced warfare - hand Simulator - CS:GO - assasin' s Creed Unity - assasin' s Creed Syndicate - assasin' s Creed Black Flag - Need for Speed 2015 - assasin' s Creed Odyssey - cuphead - şimdilik aklıma gelenler bu kadar ancak bu liste uzar gider.

Peki ben bunları niye anlattım? Bazılarınız: "Biz buraya undertale övme okumaya geldik, ne anlatıyon gardaş?" Diyebilir. Evet undertale 'övünülecek!" Ancak bunu hızla geçiştirmek istemiyorum, benim için neden özel bir oyun olduğunda değinmek istiyorum. Bu oyunu hemen "çok güzel oyun, on üzerinden on!" Diyerekten bir kenara atmayacağım.

Efenim yukarıda da bahsettiğim gibi, ben 16 Bit, 2D ve platformer türleriyle büyümüş birisiyim. Bu anlamda sonunda "Bit" bulunan herhangi bir grafik türüne sahip oyun en baştan bir artı puanı alıyor benden. Çoğu insan pixel art kavramına ön yargı ile yaklaşırken ben yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kucaklıyorum. Özellikle geçenlerde oynadığım shovel Knight beni bu anlamda çok güzel bir nostaljiye götürdü. Undertale'da bu pixel artı ile çoğu insandan daha çabuk onu kabullenmeme sebep oldu.
Ancak sadece sanat dizaynı değil, günümüz oyunlarının eksikliğini çok rahat hissettirdiği her şeyi çok güzel bir şekilde servis ediyor undertale.
Öncelikle ana senaryo:
Uzun yıllar boyunca dünyaya iki ırk hükmetmiştir: İnsanlar ve canavarlar. Ancak bir gün iki ırk arasında bir savaş çıkagelir ve insanlar savaştan galip olarak ayrılır. İnsanların en iyi 7 büyücüsü canavarları yeraltına hapseder ve yeryüzü insanların hükmü başlar.
Yıllar sonra frisk isimli bir çocuk ebott dağına tırmanmaya çalışır ancak takılıp canavarların yaşamına; doğruca yeraltına iner.
İşte hikayemiz bu. Aslında ne kadar klişe, değil mi? Canavarlar ve insanlar. Ancak hikaye işlenme açısından bir hayli kaliteli. Bahsetmem gereken ilk şey bu oyunun bir "jrpg, macera, aksiyon, puzzle" tarzında ilginç bir türü olması. Bir RPG olarak oyunun elbetteki farklı sonları var, ancak oyunda "biz RPG değiliz, ancak yetenek ağacımız var!" Diyen oyunların aksine karakter geliştirme yok, ancak kötü son yapmak isteyenler için daha güçlü silahlar var ancak onlarında oynanışa çok bir çeşitlilik kazandırdığı söylenemez, değişen tek fark silahların güç farkları. Ancak bu bir RPG oyunu, karakterimizin geliştiğini göremiyorsak, hatta geliştiremiyorsak nasıl bir RPG bu? Öncelikle şunu anlatayım: Oyun içi çeşitlilik bol, yani bir defa savaştığım düşmanla en fazla 4 5 defa tekrar savaştım. E bu az değilki? Diyecekler için, oyun bir yerden sonra önceden gönderdiği iki düşmanın kombinasyonunu gönderiyor, veya ikisini aynı savaşta farklı iki düşmana karşı savaşıyor olarak gönderiyor. İşte bu durumda yine iki farklı saldırı türünün kombinasyonu oyuna bolca çeşitlilik sağlıyor. Aynı zamanda oyunda Dost Kayaoğlu'nu mutlu edecek biçimde bolca boss savaşı mevcut, 10 saatlik oynanış süresine göre ortalama 5 boss savaşı gayet yeterli. Ve bosslarda aynı bossa kılıf giydirilip tekrar gönderilmiş hali değil, her bossla birlikte oyuna resmen yeni bir eklenti geliyor. Şimdi gelelim karakter gelişimindeki olaya. Evet karakter herhangi bir RPG oyunundaki gibi zırh, silah anlamında gelişmiyor ancak sizi, yani oyuncuyu ruhsal bazda inanılmaz değiştiriyor. Hikaye öyle bir akıyor, öyle bir ilerliyor ki bir yerden sonra kötü son yapmaya çalışan biri iseniz vicdan azabı çekmeye, Flowey'nin nasıl sizi parmaklarında oynattığını görünce intikam duygusuyla beslenmeye yani oyunda ruhsal anlamda gelişme yaşamaya başlıyorsunuz. Oyunda kim neyi yapar, kim nedir gibi tecrübe kazanıyor, XP olarak değil kişisel olarak gelişiyorsunuz. Aynı The Last of Us'daki gittikçe artan baba-kız ilişkisi gibi. Kişiliğiniz, asıl benliğiniz oyunu oynadıkça ortaya çıkıyor.

Bölüm tasarımları:
Bölüm tasarımları gayet hoş, pixel art ile bir sanat yaratmışlar demek zor ancak bu da oyunun kendi kimliğini oluşturuyor.

FPS sorunu optimizasyon vs zaten yok, oyunu oynadığım eski 2 GB RAM'lı PC'e de bile hiç kasmadan oynadım.

Karakterler:
Karakterler tek kelimeyle "şahane." Komik olmaya çalışan hiçbir karakter tam anlamıyla komik değil ancak öyle bir işleniyor ki kendinizi adeta bir sitcom durum komedisi izler gibi buluyorsunuz. Özellikle sans ve papyrus kardeşler bu konuda ön plana çıkıyor. Toriel'ın anne sevgisi, Flowey'nin o sayko havası ve geçmişinde çektiği acıları dışa vurması, asriel gibi küçük bir çocuğun geçmişiyle verdiği savaş, asgore senin ben (küfür-küfür-küfür-küfür) en gıcık olduğum sensin, undyne gibi bir Amazon'la kurduğumuz dostluk vb. undertale'ın hiçbir karakteriyle tam anlamında bir bağ kuramadım, ne de ana karakter frisk ile. Ancak onları sevdim, üzülsünler istemedim ve onları gerçek birer dost olarak gördüm.

Bu oyun bana oyunların uzun zamandır yapamadığı şeyi verdi, gerçekten oyunu eksiksiz sevmeyi. Bu oyun bir "şaheser."

Puanım:
98/100.
(O iki puanı da Asgore'a kırdım ruhsuz soğuk kanlı katil)

Bu arada keşke oynayacaklar için çok spoiler vermeseydin :(
 
Son düzenleme:
Ben 5 yaşımdan beri bir oyuncuyum ve oyunculuk hayatıma "Atari" çakması konsollarla başladım. Ancak o dönem 90'lar değildi, Uncharted 3, Batman Arkham Asylum, L. A Noire gibi dönemine damga vurmuş pek çok farklı türde olan oyunarın çıkış dönemi "2011" idi. Oyunculuk veya oyunlar hakkında tek bildiğim bilgisayar veya farklı cihazlarda oynanabilen, sadece dövüş üzerine kurulu basit eğlence araçlarıydı. Ancak kuzenimin evine giren eski Wii ile birlikte bunun spor, macera keşif ve aksiyon gibi pek çok farklı dala yayıldığını gördüm. Ardından annem 2. el bir konsolla çıka geldi ve evde uğraş bulmuş oldum bende. 16 Bit görünüşe sahip bu oyunlar şu anki oyun zevkimin temelini oluşturdu diyebilirim aslında. Uzun bir süre o konsolla devam ettim, ardından inanılmaz bir fırlamayla 2015 yılında hala kullandığım PS4' üme geçiş yaptım. O dönem 8. nesil görsellikti falandı falandı hiç bilgim yoktu. Elbette 3D oyun kavramına geçiş yapmıştım ve bunun yarattığı değişimin farkındaydım ancak bir yıl boyunca FIFA dışında hiçbir şey oynamadım. Çünkü oyunum yoktu. Yani o dönemlerde çıkmış, The Order: 1881, Uncharted 4 gibi dönemine görsellik bazında damga vurmuş hiçbir şeyden haberim yoktu. Aradan 1 yıl geçti ve evimize o nanet olası "Destiny" girdi, 2 yıl boyunca kafamı kaldırıp başka oyuna bakmadım. Oyunculuk yeteneklerim de iyi olmadığından 2 yıl götürmeyi becerdi beni Destiny. Bitirdiğimi falan sanmayın ha, o kadar kötü bir oyuncuydum. Aradan 1 yıl geçti, bende oyun tarafına ilgi duymaya başladım. Yavaş yavaş oyunlar hakkında daha fazla bilgi ediniyor, daha fazla oyun alıyor ve daha fazla bu alanda vakit geçirmeye başlıyordum. Geçen senede bunu tam olarak oturtum diyebiliriz. Ardından iç olmadığı kadar aç bir şekilde elime geçen her oyunu tükettim, oyun oynamaya başladığım yıldan itibaren 8 yıllık oyun piyasası vardı. Bende alabildiğim kadar oyun aldım, bazılarınıza hala az gelebilir ancak ben bu oyunları 1, 2 sene içerisinde oynadım. Oynayamadıklarımı da gameplay videolarından izledim. İşte bu bir iki yıl içinde oynadığım oyunlar(kronolojik sırayla değil):

Minecraft - Star Wars Battlefront 1- Star Wars Battlefront 2 - GTA V- Overwatch - Destiny 2 - RDR 2- Battlefield 1 - Town Of Salem - Rocket League - God of War III Remastred - Call of Duty Advanced Warfare - Hand Simulator - CS:GO - Assasin' s Creed Unity - Assasin' s Creed Syndicate - Assasin' s Creed Black Flag - Need for Speed 2015 - Assasin' s Creed Odyssey - Cuphead - Şimdilik aklıma gelenler bu kadar ancak bu liste uzar gider.

Peki ben bunları niye anlattım? Bazılarınız: "BİZ BURAYA UNDERTALE ÖVME OKUMAYA GELDİK, NE ANLATIYON GARDAŞ?" Diyebilir. Evet Undertale 'övünülecek!" Ancak bunu hızla geçiştirmek istemiyorum, benim için neden özel bir oyun olduğunda değinmek istiyorum. Bu oyunu hemen "ÇOK GÜZEL OYUN, ON ÜZERİNDEN ON!" Diyerekten bir kenara atmayacağım.

Efenim yukarıda da bahsettiğim gibi, ben 16 Bit, 2D ve platformer türleriyle büyümüş birisiyim. Bu anlamda sonunda "Bit" bulunan herhangi bir grafik türüne sahip oyun en baştan bir artı puanı alıyor benden. Çoğu insan pixel art kavramına ön yargı ile yaklaşırken ben yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kucaklıyorum. Özellikle geçenlerde oynadığım Shovel Knight beni bu anlamda çok güzel bir nostaljiye götürdü. Undertale'da bu pixel artı ile çoğu insandan daha çabuk onu kabullenmeme sebep oldu.
Ancak sadece sanat dizaynı değil, günümüz oyunlarının eksikliğini çok rahat hissettirdiği her şeyi çok güzel bir şekilde servis ediyor Undertale.
Öncelikle ana senaryo:
Uzun yıllar boyunca dünyaya iki ırk hükmetmiştir: İnsanlar ve canavarlar. Ancak bir gün iki ırk arasında bir savaş çıkagelir ve insanlar savaştan galip olarak ayrılır. İnsanların en iyi 7 büyücüsü canavarları yeraltına hapseder ve yeryüzü insanların hükmü başlar.
Yıllar sonra Frisk isimli bir çocuk Ebott dağına tırmanmaya çalışır ancak takılıp canavarların yaşamına; doğruca yeraltına iner.
İşte hikayemiz bu. Aslında ne kadar klişe, değil mi? Canavarlar ve insanlar. Ancak hikaye işlenme açısından bir hayli kaliteli. Bahsetmem gereken ilk şey bu oyunun bir "JRPG, Macera, aksiyon, puzzle" tarzında ilginç bir türü olması. Bir RPG olarak oyunun elbetteki farklı sonları var, ancak oyunda "Biz RPG değiliz, ancak yetenek ağacımız var!" Diyen oyunların aksine karakter geliştirme yok, ancak kötü son yapmak isteyenler için daha güçlü silahlar var ancak onlarında oynanışa çok bir çeşitlilik kazandırdığı söylenemez, değişen tek fark silahların güç farkları. Ancak bu bir RPG oyunu, karakterimizin geliştiğini göremiyorsak, hatta geliştiremiyorsak nasıl bir RPG bu? Öncelikle şunu anlatayım: Oyun içi çeşitlilik bol, yani bir defa savaştığım düşmanla en fazla 4 5 defa tekrar savaştım. E bu az değilki? Diyecekler için, oyun bir yerden sonra önceden gönderdiği iki düşmanın kombinasyonunu gönderiyor, veya ikisini aynı savaşta farklı iki düşmana karşı savaşıyor olarak gönderiyor. İşte bu durumda yine iki farklı saldırı türünün kombinasyonu oyuna bolca çeşitlilik sağlıyor. Aynı zamanda oyunda Dost Kayaoğlu'nu mutlu edecek biçimde bolca boss savaşı mevcut, 10 saatlik oynanış süresine göre ortalama 5 boss savaşı gayet yeterli. Ve bosslarda aynı bossa kılıf giydirilip tekrar gönderilmiş hali değil, her bossla birlikte oyuna resmen yeni bir eklenti geliyor. Şimdi gelelim karakter gelişimindeki olaya. Evet karakter herhangi bir RPG oyunundaki gibi zırh, silah anlamında gelişmiyor ancak sizi, yani oyuncuyu ruhsal bazda inanılmaz değiştiriyor. Hikaye öyle bir akıyor, öyle bir ilerliyor ki bir yerden sonra kötü son yapmaya çalışan biri iseniz vicdan azabı çekmeye, Flowey'nin nasıl sizi parmaklarında oynattığını görünce intikam duygusuyla beslenmeye yani oyunda ruhsal anlamda gelişme yaşamaya başlıyorsunuz. Oyunda kim neyi yapar, kim nedir gibi tecrübe kazanıyor, XP olarak değil kişisel olarak gelişiyorsunuz. Aynı The Last of Us'daki gittikçe artan baba-kız ilişkisi gibi. Kişiliğiniz, asıl benliğiniz oyunu oynadıkça ortaya çıkıyor.

Bölüm tasarımları:
Bölüm tasarımları gayet hoş, pixel art ile bir sanat yaratmışlar demek zor ancak bu da oyunun kendi kimliğini oluşturuyor.

FPS Sorunu optimizasyon vs zaten yok, oyunu oynadığım eski 2 GB RAM'lı PC'e de bile hiç kasmadan oynadım.

Karakterler:
Karakterler tek kelimeyle "şahane." Komik olmaya çalışan hiçbir karakter tam anlamıyla komik değil ancak öyle bir işleniyor ki kendinizi adeta bir sitcom durum komedisi izler gibi buluyorsunuz. Özellikle Sans ve Papyrus kardeşler bu konuda ön plana çıkıyor. Toriel'ın anne sevgisi, Flowey'nin o sayko havası ve geçmişinde çektiği acıları dışa vurması, Asriel gibi küçük bir çocuğun geçmişiyle verdiği savaş, Asgore senin ben (Küfür-küfür-küfür-küfür) en gıcık olduğum sensin, Undyne gibi bir Amazon'la kurduğumuz dostluk vb. Undertale'ın hiçbir karakteriyle tam anlamında bir bağ kuramadım, ne de ana karakter Frisk ile. Ancak onları sevdim, üzülsünler istemedim ve onları gerçek birer dost olarak gördüm.

Bu oyun bana oyunların uzun zamandır yapamadığı şeyi verdi, gerçekten oyunu eksiksiz sevmeyi. Bu oyun bir "şaheser."

Puanım:
98/100
(O iki puanı da Asgore'a kırdım ruhsuz soğuk kanlı katil)
Asgore'a ruhsuz soguk kanli katil demişsin. Nesi soguk kanli katil? Zaten öldürdügü insanlari güç için öldürmüyor oglunu insanlar gereksiz öldürdügü için sinirlenip bir anligina insanlari yok etmek için yemin ediyor kendiside açikliyor bunu. Oyundaki en sade karakter Asgore hiç bir şeye benzemeye çalişmiyor, komik degil, zorba degil veya sayko degil, o Asgore işte sorumluluklari olan bir kral. Senin söyledigin soguk kanli katilden hiç bir esinti hissetmedim oyunda Asgore'dan.
 

Yeni konular

Geri
Yukarı