- Katılım
- 17 Aralık 2019
- Mesajlar
- 9.606
- Makaleler
- 3
- Çözümler
- 66
“Kıyamet gününde kişiye attığı her adımın hesabı sorulacaktır.” Hadis – Camiu’s Sağir / İmam Suyuti
“Allah her şeyi bilendir” Hadid 3
“De ki ya rabbi ilmimi arttır” Taha 114
Geçmişten günümüze yaratanın resul, nebiler ve kendi belirlediği yöntemler ile aktardığı, temelde hükmün sadece Allah’a özgülenmesi ve insanın ortak hayatını, her canlının hakkını gözeterek yaşamasının ana kuralları olarak ifade edebileceğimiz “din”, her vakit aynı yozlaşmaya maruz kalmıştır. Vahyin içeriğinde hakkın inşasına vesile olan hükümler göz ardı edilmiş, anlaşılması için yeterli delil olmayanlar hakkında sonsuz ve faydasız tartışmalara girilmiştir. Bunlar neticesinde yetersiz kanıtlara dayandırılan, hayatın işleyişine faydası dokunmayan fikirlere istinaden insanlar birbirlerinden uzaklaşmış, gruplara ve fırkalara ayrılmış hatta birbirleri ile savaşa bile meyletmişlerdir. Bu fikirler, şaşması muhtemel olduğu pek çok kere Allah tarafından belirtilen insan tarafından belirlenmiş kurallara ilahi vasıflar yüklenerek tartışılamaz kanunlara çevrilmiştir. Bu nefsani kanunlar Allah’tandır denilerek zulmün, eşitsizliğin, haksızlığın ve adaletsizliğin devamına belki isteyerek, belki de öngöremeden devam edilmiştir. Sonuçta akıllı insanın varlığından beri bir şekilde imtiyazlara sahip olan azınlıklar çoğunluğun sırtından refahlarını kurmayı sürdürmüşlerdir. Bu bozulmanın sürekliliği ise toplumunun kabullerini sorgulamadan, aklını kullanmadan, bu garabetin sebep olduklarını adalet süzgecinden geçirmeden uygulayan bireyler tarafından sağlanmaktadır. Halbuki imanın, yani Allah’ın varlığından ve kanunlarından şüphesiz emin olmanın en önemli şartı akıldır. Aklın gerek olduğu yerde ise düşünme ve sorgulama zorunluluktur. Her şeyin, tüm bilginin sahibi de buna vahyinde pek çok kere işaret etmektedir. Enam Suresi 74-83 üncü ayetlere bakıldığı vakit İbrahim aleyhisselamın sorgulamaları ortadadır. Babasının haksızlığa vesile olan kabullerinin reddi ve yükselen ay, güneş veya yıldızların sorguya binaen reddini yeryüzünde hükme kadir olan ama Allah’ın adaletini uygulamayan ya da uygulayamayan varlıkların sorgulaması olduğunu düşünürsek, bunların süreç içinde olduğu ve bu süreçte İbrahim aleyhisselamın Allah’ın yardımı ile aklı ve vicdanı sayesinde hakkı fark ettiği sonucuna ulaşmak zorlama ya da saptırma olmayacaktır. Haktan ve adaletten uzaklaşan, zulmün arttığı toplumlarda, sorgulamaların azalması, mitlerin, tartışılmazlarını çoğalması da aklın ve sorgulamanın önemini göstermektedir. Tepeden inme, baskı veya zorlama neticesinde, insani kabullerin devamlılığının hak din ile uzaktan yakından alakası yoktur. Yine Yunus Suresi 100. ayet “Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.” açıkça zorlama ile iman ettirebileceğini sanan aklını kullanmaktan acizlere pisliğin kadir görüleceğini söyler. Yoksa Allah’ın izin vermemesinden ötürü iman etmemekle bir alakası yoktur ki Allah isteyene istediğini verendir.
Sonuçta mitlerle bezenmiş, hayatın gerçeklerinden uzak hikayeleri dinleyerek varlığının sonuçlarını değiştirmeye yeltenmemiş birey, yaşadığı hayatın cevabını yine kendi verecektir. Hesabını ne konuda vereceğini bilebilmek için ise yaratan rabbin adı ile okumak, hayatı, insanları, hayvanları, dünyayı, kitapları, canlı cansız ne var ise rabbi akıldan çıkarmadan okumak gerekir ki cehalet perdesi ile örtülen akıl, gerçek ile yüzleşebilsin ve Allah’ın adaleti kısıtlı süre ile insanın otoritesinde bulunan yeryüzünde de ayağa kalkabilsin. Hak elbet ayağa kalkacaktır, soru ise insan buna destek midir? Yoksa köstek midir?
Gerçeği hakkı ile anlayanlardan olmamız temennisi ile…
“Allah her şeyi bilendir” Hadid 3
“De ki ya rabbi ilmimi arttır” Taha 114
Geçmişten günümüze yaratanın resul, nebiler ve kendi belirlediği yöntemler ile aktardığı, temelde hükmün sadece Allah’a özgülenmesi ve insanın ortak hayatını, her canlının hakkını gözeterek yaşamasının ana kuralları olarak ifade edebileceğimiz “din”, her vakit aynı yozlaşmaya maruz kalmıştır. Vahyin içeriğinde hakkın inşasına vesile olan hükümler göz ardı edilmiş, anlaşılması için yeterli delil olmayanlar hakkında sonsuz ve faydasız tartışmalara girilmiştir. Bunlar neticesinde yetersiz kanıtlara dayandırılan, hayatın işleyişine faydası dokunmayan fikirlere istinaden insanlar birbirlerinden uzaklaşmış, gruplara ve fırkalara ayrılmış hatta birbirleri ile savaşa bile meyletmişlerdir. Bu fikirler, şaşması muhtemel olduğu pek çok kere Allah tarafından belirtilen insan tarafından belirlenmiş kurallara ilahi vasıflar yüklenerek tartışılamaz kanunlara çevrilmiştir. Bu nefsani kanunlar Allah’tandır denilerek zulmün, eşitsizliğin, haksızlığın ve adaletsizliğin devamına belki isteyerek, belki de öngöremeden devam edilmiştir. Sonuçta akıllı insanın varlığından beri bir şekilde imtiyazlara sahip olan azınlıklar çoğunluğun sırtından refahlarını kurmayı sürdürmüşlerdir. Bu bozulmanın sürekliliği ise toplumunun kabullerini sorgulamadan, aklını kullanmadan, bu garabetin sebep olduklarını adalet süzgecinden geçirmeden uygulayan bireyler tarafından sağlanmaktadır. Halbuki imanın, yani Allah’ın varlığından ve kanunlarından şüphesiz emin olmanın en önemli şartı akıldır. Aklın gerek olduğu yerde ise düşünme ve sorgulama zorunluluktur. Her şeyin, tüm bilginin sahibi de buna vahyinde pek çok kere işaret etmektedir. Enam Suresi 74-83 üncü ayetlere bakıldığı vakit İbrahim aleyhisselamın sorgulamaları ortadadır. Babasının haksızlığa vesile olan kabullerinin reddi ve yükselen ay, güneş veya yıldızların sorguya binaen reddini yeryüzünde hükme kadir olan ama Allah’ın adaletini uygulamayan ya da uygulayamayan varlıkların sorgulaması olduğunu düşünürsek, bunların süreç içinde olduğu ve bu süreçte İbrahim aleyhisselamın Allah’ın yardımı ile aklı ve vicdanı sayesinde hakkı fark ettiği sonucuna ulaşmak zorlama ya da saptırma olmayacaktır. Haktan ve adaletten uzaklaşan, zulmün arttığı toplumlarda, sorgulamaların azalması, mitlerin, tartışılmazlarını çoğalması da aklın ve sorgulamanın önemini göstermektedir. Tepeden inme, baskı veya zorlama neticesinde, insani kabullerin devamlılığının hak din ile uzaktan yakından alakası yoktur. Yine Yunus Suresi 100. ayet “Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.” açıkça zorlama ile iman ettirebileceğini sanan aklını kullanmaktan acizlere pisliğin kadir görüleceğini söyler. Yoksa Allah’ın izin vermemesinden ötürü iman etmemekle bir alakası yoktur ki Allah isteyene istediğini verendir.
Sonuçta mitlerle bezenmiş, hayatın gerçeklerinden uzak hikayeleri dinleyerek varlığının sonuçlarını değiştirmeye yeltenmemiş birey, yaşadığı hayatın cevabını yine kendi verecektir. Hesabını ne konuda vereceğini bilebilmek için ise yaratan rabbin adı ile okumak, hayatı, insanları, hayvanları, dünyayı, kitapları, canlı cansız ne var ise rabbi akıldan çıkarmadan okumak gerekir ki cehalet perdesi ile örtülen akıl, gerçek ile yüzleşebilsin ve Allah’ın adaleti kısıtlı süre ile insanın otoritesinde bulunan yeryüzünde de ayağa kalkabilsin. Hak elbet ayağa kalkacaktır, soru ise insan buna destek midir? Yoksa köstek midir?
Gerçeği hakkı ile anlayanlardan olmamız temennisi ile…