- Katılım
- 22 Mart 2018
- Mesajlar
- 7.998
- Makaleler
- 1
- Çözümler
- 67
Garip olan nedir, biliyor musun? Matematik ve mantıktan, üstüne bir de felsefeden dem vuruluyor; sözüm ona ortada bir çelişki varmış gibi bu yol izleniyor ama asıl çelişki buradan doğuyor.
- Tanrı dediğin varlık mükemmel demektir; kusurlardan azade yani uzak demektir. Bu yüzden tüm seçimlerini önceden bilir. Ama sen ne diyorsun? Seçimler önceden biliniyorsa o seçimleri biz yapmıyoruz. Ne alaka? Onların önceden bilinmesiyle onları yapan, tercih eden varlığın sen olması aynı şeyler değil ki. Birbiriyle çelişen şeyler de değil. Söz konusu Tanrı dediğimiz varlık kusurdan azade olduğu için senin tüm yapacaklarını önceden bilir; keza senin yapacağın seçimleri de her an kendisi yaratır. Sen seçersin; o da yaratır. Sen seçersin; o bilir.
Bu ne demek? Sen arabaya bindiğinde emniyet kemerini takıp sonra arabayı çalıştırdıysan, bu iki eylemi de o sırada sen seçtin; fakat Allah bu eylemlerin gerçekliğini yarattı demek. Neye göre yarattı? Senin seçimlerine göre. Peki bu işi böyle yapacağını önceden biliyor muydu? Evet. Ama buna rağmen ortada değişmeyen diğer gerçek ne? Onun bilmesine rağmen emniyet kemerini takmak isteyen de sonrasında arabayı çalıştırmak isteyen de sendin. Haliyle ters yola gidip o yol üzere ölene ceza; düz yola gidip o yol üzere ölene sefa. Ortada bir terslik yahut çelişki yok; düzen var.
Bak kendin söylüyorsun: "Eger secimlerim ve sonuclari onceden belliyse, bu secimlerden sorumlu tutulmasi gereken ben olmamaliyim." Cümlenin başında ne diyorsun? "...önceden belliyse..." Yani "Benim yerime seçimleri o yaptıysa..." demiyorsun ki dersen zaten yalan olur, yanlış olur. Tanrı, acizlik de dahil olmak üzere kusurdan azade olduğu için bilmek noktasında da noksansız bilir. Tam da bu yüzden der ki "Herkesin yaptığı iyilik kendi yararına; yaptığı kötülük kendi zararınadır."
Diğer bir husus; acizlik meselesi. "Direkt olarak Tanri'nin acziyetidir. Kotuluk olacagini biliyor, engel olacak guce sahip ancak hic bir sey yapmiyor. - O halde iyi degil. Kotuluk olacagini biliyor, bir seyler yapmak da istiyor ancak kotuluk olmaya devam ediyor. - O halde aciz."
Sen Allah'ı haşa insan gibi düşünürsen tabii ki mantık böyle olur. Fakat ortada gözardı ettiğin bir gerçek var: Tanrı dediğin varlığın o noktada, o sıfatta olabilmesi demek, hiçbir acizliğinin olmaması demektir. Aksi halde ya tanrı diye addettiğin varlık ilah değildir ya da sen çelişiyorsun demektir.
Peki madem aciz değil, o zaman niye kötülükler devam ediyor? Hah işte tam olarak yukarıdaki mesele yüzünden: Çünkü imtihan dünyasındasın. Haliyle kimileri iyiliği seçecek, kimileri kötülüğü. Sonunda da Allah ceza yahut mükafat vereceği zaman seçimleri kim yapmış, ne seçim yapmış belli olacak. Bir yandan yukarıdaki acizlik hususundaki sözleri belirtip öbür yandan "Seçimler önceden biliniyorsa niye ceza var?" dersen, işte Allah'ın aciz olmadığını kendin ispat etmişsin demektir. O halde niçin bir şey yapmıyor ya da yapmadığını sanıyorlar?
Allah, Es-Sabûr sıfatına sahiptir. "Yani çok sabreden, hemen hüküm vermeyen." anlamı taşıyan sıfat. Sahip olduğu nice sıfattan yalnızca biri. Öte yandan El-Kahhâr sıfatı da onundur. "Dilediğini kahreden, harap eden." anlamı taşır. (Ancak burada "dilediği" kısmını alıp tamam işte kendisi yapıyor, niye ceza var deme; çünkü aynı yere dönersin; kişinin yaptığı seçimler sonucunda hak ettiğinin ne olduğuna.) Yani hiçbir şeyden aciz değildir; her şeyin bir zamanı vardır. O da acelecilikten azade olduğu için, yaratılmış varlıklar gibi duygularla hareket etmesi söz konusu değildir. Bağlantılı olarak şöyle der: "İmtihan dünyasında sıkıntı da çekersiniz, eğlenceye da dalarsınız. Ancak hesap günü geldiğinde kurtuluşa eremeyenler, dünyada yaşadıkları tüm zevki, eğlenceyi, güzellikleri unuturlar. Yani hiç yaşanmamış gibi olur. İşte o zaman nasıl bir hüsran içine düştüklerini anlarlar ama iş işten geçmiş olur. Yine mahşer günü kurtuluşa erdiği belli olanlarınsa dünyada çekmiş olduğu bütün sıkıntılar unutturulur, hiç yaşanmamış gibi olur ve artık sonu sıkıntı, kötülük veya benzeri bir rahatsızlık olmayan sonsuz bir saadete ermiş olurlar." Öyle ya; bugün spor yaparak forma girmeyi isteyen bir kişi tüm o zorluklara göğüs gerip arzuladığına ulaşınca öyle bir rahatlar ki, bütün sıkıntıları ve zor zamanları unutur. İyi ki yapmışım der. Keza dünya işleriyle ilgili pek çok zorluk ve mücadelede de benzer bir durum söz konusudur. Sonunda saadet varsa, zorluğa katlanmak gerekir denir. Ama iş dünya ve ahiret meselesine gelince sanki öbür tarafta bir şey yokmuş gibi dünyada Allah'ın emir ve yasakları insana çelişki doluymuş gibi gelir.
Hakikat apaçık ortadadır. Kimi bunu görmeyi seçer, kimiyse baktığı halde görmemeyi. Kimi görenler anlamaktan uzak kalır ve gördüğü kendine fayda etmez; kimi bilmeyenler de bulma ümidiyle aramaya koyulur bu hakikati. Tüm yaşamı yalnızca bu dünyadan ibaret kabul ettiğin zaman bu ne hiddet, bu ne şiddet, bu ne sefat diyor insan kendi kendine. Ancak buradaki her şey geçici. Tıpkı sınavda yaşanılan stres gibi. Sınav bitince, sonucuna göre stres bitiyor ve rahatlama geliyor ya da başarısız olunmuş ise daha kötü hissedilebiliyor. Hepimizi yaratan varlık "Bu işin bir de öbür tarafı var." diyor. "Hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. Kim ne kazandı ise onun karşılığını alır." diyor. Ama sana tüm seçimlerinin bütün karşılıklarını burada alacaksın, ölümden sonra bir şey yok gibi şeyler demiyor. Bu işin bir de öbür tarafı var diyor. İşte bu ayrıntıyı unutmamak gerek. Aksi halde iki parçanın biri yokmuş gibi davranıp bu ne çelişki, bu ne dengesizlik; nerede adalet falan demeye başlarız. Halbuki El-Adl ism-i şerifi, adaletle hükmeden, asla zulmetmeyen anlamlarını taşır.
Uzun uzun aciklamissin, tesekkurler oncelikle bunun icin.
Bir kere sunu soyleyeyim en basta, ben Allah demiyorum, tanri diyorum. Allah yerine tanri demiyorum, sadece tanri diyorum cunku spesifik olarak bir dinin tanrisi uzerinden tartismak istemiyorum. Genel olarak tanri kavrami uzerinden tartismak istiyorum ki mesele Islam ozelinde olmasin, kimse de bundan "benim dinime laf ediyor" diye alinmasin.
Bana gore sen de, bu mesele hakkinda yanilan cogu insan gibi irade ile ozgur irade kavramini karistiriyorsun. Biz insanlar bir seye karar verirken, rasyonel ya da irrasyonel bir temele gore karar aliyoruz. Bu karari alirken hissettiklerimize ya da dusuncelerimize gore sonuca gidiyoruz. Emniyet kemeri takip takmama kararini bize aldiran sey irade , ancak bu gercekte ne kadar ozgur?
Eger, daha onceden tahmin edilebilir bir seyden bahsediyorsak, evrendeki fizik yasalari gibi, gozlemden direkt olarak sonuca giden bir denklem var demektir. Yani suyun 1 atm basinc altinda 100 derecede kaynamasi gibi. Biliyoruz bunun olacagini. Cunku suyun, ozgur iradesi yok. Belirli bir kurala gore hareket ediyor demektir.
Her ne kadar sofistike olursa olsun, senin emniyet kemeri takip takmayacagin onceden bilinebiliyorsa, biz insanlar da Tanri gibi her seyi onceden hesaplayabilen, bilen bir ustun akil tarafindan bizim algilayamadigimiz bir denkleme oturtulabiliyor demektir. Iste tam da bu yuzden irademiz ozgur degil diyorum. Her sey bilinebiliyorsa, ozgurluk yoktur. Anlatmak istedigim bu.
"Sen secersin, o bilir" demissin ya. Zaten ben secimi yapan o demiyorum. ( Onu birazdan diyecegim ) Secimi yapan bensem bile, secimin sonucunu bilebildigine gore aslinda ben de belirli bir duzene gore hareket eden, programlanmis bir varligim demektir ki bu durum irademi ozgur olmaktan cikariyor. Ornegin kime asik olacagimizi secemeyiz. Goruruz ve begeniriz. Begendigimiz insanlarin belirli ortak ozellikleri olabilir ama sonucta bu karari bizim hislerimizin, bizim verdigimizi dusunuruz. Ancak onceden tahmin edilebiliyorsa, aslinda bizim farkinda olmadigimiz bir denklem calisiyor demektir arkada. Deterministik bir gozle evrene yaklasirsan, her etkinin sebep olacagi sonucu onceden bilirsin ve bireyler sadece kendilerine dusen rolu yerine getirirler anlami cikar ki, tam olarak bu sebepten iradenin varligindan soz edilebilir ancak ozgurlugunden soz edilemez eger her seyi onceden bilen bir tanri var ise.
Tum bundan yola cikarsak, her seyi var eden kuvvet ile; her seyi onceden bilen kuvvet ayni ise; o halde bu kuvvet dunyadaki tum kotuluklerin de meydana gelmesinin en temel kaynagidir. Bana, secim yapacak akli, secenekleri sunan odur. Onumdeki bu duzenegi, bu tiyatroyu olusturan odur. O halde benim tercihim, aslinda sadece ve sadece onun tercihidir. Ben yalnizca bir aktorum bu sahnede, daha fazlasi degil. Beni, bana verdigi akil yoluyla; kendisini reddettigim icin ya da yanlis bir seyi tercih ettigim icin yargiliyorsa; aslinda kendi ortaya koydugu nesneyi yargilamis olmakta ve dolayisiyla kendisinin yarattigi bir kotulukten dolayi beni cezalandirmis olmakta. Sacma olan nokta burasi.
Acziyetin de sebebi su; eger ustte iddia ettiklerim dogruysa; kotuluge engel olabilecek guce sahip olmasina ragmen bunu engelleyebilecegi bir duzeni yaratmamistir kendisi. Istese pekala yapabilirdi. Su halde esas amac kotulugu engellemek degil. Sen buna "sinav" diyorsun. Ben oyle dusunmuyorum. Cunku "sinav" kavrami bu dunyanin, oteki dunyadaki konumunu belirleyen bir gecis donemi oldugu on kabulu ile ortaya atilan bir kavram. Semavi bir dine inanan kisinin perspektifine gore ortaya atilmis bir iddia bu. En basta dedigim gibi, ben olayi bir din ozelinde degerlendirmek istemiyorum.
Eger amac gercekten kotuluge engel olmaktiysa, ortalikta hala kotuluk olduguna gore ikinci ihtimal de bunu engelleyecek gucunun olmamasindan ileri geliyor.
Benim bu konudaki yaklasimim cok net, ya tanri bizim bu dunyada yasadigimi kotulukleri umursamiyor, ya umursuyor ve engellemek icin bir sey yapmiyor ya da engelleyemiyor.
Baska bir ihtimal olsaydi, "sinav" gibi bir aciklamaya basvurmayacakti insanlar zaten.
Sana sunu sorayim, Islam inancindan bagimsiz yaklastiginda; yalnizca ve yalnizca bu dunya ile sinirli bir pencereden baktiginda olaya, yasanilan kotuluklerin, hastaliklarin, adaletsizliklerin var oldugunu bilerek; her seye gucu yeten bir Tanri'nin aciz ya da umursamaz oldugunu dusunmezmiydin?
Son düzenleme: