Oyun başlangıcında zengin bir adamın trenini soyuyoruz ve daha sonra bu adam çeteye düşman kesilip dönemin FBI'ı gibi olan Pinkerton'u tutarak peşimize takıyor. Chapter 1 bittikten sonra soygunlara devam edip daha çok dikkat çekince Jack ile balık tuttuğumuz bir görevde Pinkerton'dan Ajan Milton yanımıza gelerek Dutch'a ihanet etmemizi istiyor. Tabii ki Arthur ölümüne sadık, duygusal bir adam olduğundan teklifi reddedip arkadaşlarını satmıyor.
Bu kısımda aklıma çetedeki ispiyoncunun John'un karısı Abigail olduğunu düşündüm. Çünkü Jack ile balığa çıkmamızı o istemişti ve Milton bizim yerimizi biliyormuş gibi yanımızda bitti. Burada oldukça bu kadın şüphelenmeye başladım.
Chapterlar ilerledikçe tabii ki Dutch'ın planları yerle bir olmaya başlıyor. Sürekli olarak son vurgunu yapıp gideceğiz buralardan diyerek çeteyi moral olarak yüksekte tutmaya çalışan Dutch Chapter 3-4'den sonra iyice kontrolden çıkarak iyice zayıf bir karaktere bürünüyor. Arthur eskisi kadar Dutch'ın emirlerine saygı duymuyor, görev adamlığını bırakıp Dutch'ın yanlışlarını ve kararlarını sorgulamaya ve bazı güvendiği çete üyelerine anlatmaya başlıyor. Ama herkesin Dutch'a güveni sonsuz, bir şekilde devam ediyoruz yolumuza.
Saint Dennis soygunu da büyük bir dönüm noktasıydı. Zira Hosea ve Arthur bu fikre karşı çıksa da başarısız olmaktan bıkan ve elinden bir şey gelmeyen Dutch yozlaşarak çeteyi bu soyguna itiyor. Soygunu yaptığımız sırasında işler iyi başlamışken sonrasında olaydan haberdar gibi Pinkerton'lar ortaya çıkıyor ve Hosea'yı rehin alarak teslim olmamızı istiyor. Teslim olmuyoruz ve Hosea'yi öldürüyorlar.
Hosea dayının ölümü büyük bir kayıp ve yıkım oluyor çete için. Çünkü aslında Dutch'un fikir babası ve Dutch'ın ayaklarını yere sağlam bastıran kişi bu chapter'a kadar Hosea idi. Sağlam bir karakteri vardı ve Dutch kadar hayalci değildi. Hosea öldükten sonra zaten Dutch'ın iyice delirdiğini görüyoruz ve çete iyice uçuruma yaklaşmaya devam ediyor bu sürede.
Guarma olayından sonra Arthur hasta olduğunu ve fazla zamanı kalmadığını öğreniyor. Bu Arthur'u derinden sarsıyor ve hayata bakış açısı değişiyor. Leopold Strauss'u kamp alanında ite kalka kovuyor. Geçmişte pişman olduğu birkaç konuda hatasını düzeltmek için oyun elimize fırsat veriyor, sona yaklaştığını anlayan Arthur artık kötüden iyiye doğru bir yönelimibenimsiyor.
Chapter 6'ya geldiğimizde ise çetede büyük bir huzursuzluk başlıyor. Büyük kayıplar yaşandıktan sonra iyice uzaklara sürülüyoruz ama burada da yakamızı rahat bırakmıyorlar. Önce Saint Dennis soygununda yakalanan John'u kurtarıyoruz. Arthur'un Dutch ve çete hakkında sorgulamaları iyice artıyor ve artık herkesin kendi yoluna gitmesini düşünerek John ve ailesinin rahata kavuşması için uğraşıyor. Bu aşamadan sonra John ve Arthur daha çok yakınlaşıyor. En azından John hatır bilen, delikanlı bir adam.
Hosea'nın ölümünden sonra Micah fırsatı krize çevirerek Dutch'a daha çok yakınlaşıyor ve onu manipüle ederek sağ kolu olmaya çalışıyor. Birçok konuda Dutch'ın aklına giriyor, kararlarını etkiliyor. Kamptan birçok kişi ayrılmaya başlıyor, iyice dağılma dönemine giriyoruz.
Artık son düzlüğe giriyoruz. John ile göreve başlarken ''son bir tren'' diyoruz ve tren soygununa başlıyoruz. Treni soyup parayı aldıktan sonra John'un karısının Pinkerton'lar tarafından kaçırıldığını öğreniyoruz. Çetenin kalanı bir kadın için değmez diyerek bizi bırakıp gidiyor. Delikanlı Arthur ve Sadie ise John'ın karısını kurtarmak için rıhtıma doğru ilerliyor.
Abigail kurtarmaya çalışırken Pinkerton ajanı bize Micah'ın ihanetini ve ajanlığını anlatıyor. Daha sonra işini bitirip Dutch'a tüm gerçeği dökmek için yola koyuluyoruz.
Arthur hasta hasta kampa doğru atıyla ilerlerken derin düşüncelere dalıyor. Kampa ulaştığında Micah'ın ihanetini anlatıyoruz ve Micah ve diğer çete üyeleriyle karşılıklı silahları çekiyoruz. O sırada Dutch'ın kafası karışıyor ama Arthur'a hiç pas vermiyor. Yaralı bir şekilde kampa öldü sandığımız John geliyor ve 2. defa Dutch tarafından terk edildiği için Dutch'a öfkeyle bağırıyor. O sırada Pinkerton'lar kampı basıyor ve karşılıklı çatışıyoruz.
John ile kamptan kaçıyoruz Atımız yere düşüyor ve ölüyor, son kez vedalaşıyoruz. Daha sonra oyun bir seçim yaptırıyor. Gidip parayı almak ya da John'a yardım etmek. Ben John'a yardım etmeyi seçiyorum ve John'u kaçırmayı başarıyoruz.
Ondan sonra Micah üstümüze atlıyor ve kavga ederek dövüşüyoruz. Kavganın sonunda silahı alıp Micah'ın işini bitirmeye ramak kala silaha Dutch ayak basıyor ve bizi engelliyor. Micah, Dutch'ı kaçmak için çağırıyor. Dutch onunla gitmiyor ama oğlum dediği bizi de başka bir yoldan terk ediyor.
Tam da Arthur'un hayal ettiği gibi, gün doğarken bir dağ yamacında huzur içinde yorgun vücudumuz can veriyor. Oyun bitiyor, John ile oynanan kalan 8-10 saatlik kısım ise hikayeyi RDR1'e bağlamak için yapılmış bir bölüm.
Bu bir oyun değil, gerçekten bir başyapıt. 6 sezonluk bir diziden farksız hikaye işleyişi, karakter değişimleri var. Her sezon yani chapter'da farklı farklı duygular içine sokuyor bizi. Sonu acı bir şekilde bitiyor ama bir zamanlar denen gibi, silahla yaşayan silahla ölüyor. O silahı bir kere elinize aldığınızda kaderiniz mühürleniyor.
Arthur Morgan sen sadece bir görev adamı değildin, çetenin her şeyiydin. Hikaye: 10/10'dur benim için...
Bu kısımda aklıma çetedeki ispiyoncunun John'un karısı Abigail olduğunu düşündüm. Çünkü Jack ile balığa çıkmamızı o istemişti ve Milton bizim yerimizi biliyormuş gibi yanımızda bitti. Burada oldukça bu kadın şüphelenmeye başladım.
Chapterlar ilerledikçe tabii ki Dutch'ın planları yerle bir olmaya başlıyor. Sürekli olarak son vurgunu yapıp gideceğiz buralardan diyerek çeteyi moral olarak yüksekte tutmaya çalışan Dutch Chapter 3-4'den sonra iyice kontrolden çıkarak iyice zayıf bir karaktere bürünüyor. Arthur eskisi kadar Dutch'ın emirlerine saygı duymuyor, görev adamlığını bırakıp Dutch'ın yanlışlarını ve kararlarını sorgulamaya ve bazı güvendiği çete üyelerine anlatmaya başlıyor. Ama herkesin Dutch'a güveni sonsuz, bir şekilde devam ediyoruz yolumuza.
Saint Dennis soygunu da büyük bir dönüm noktasıydı. Zira Hosea ve Arthur bu fikre karşı çıksa da başarısız olmaktan bıkan ve elinden bir şey gelmeyen Dutch yozlaşarak çeteyi bu soyguna itiyor. Soygunu yaptığımız sırasında işler iyi başlamışken sonrasında olaydan haberdar gibi Pinkerton'lar ortaya çıkıyor ve Hosea'yı rehin alarak teslim olmamızı istiyor. Teslim olmuyoruz ve Hosea'yi öldürüyorlar.
Hosea dayının ölümü büyük bir kayıp ve yıkım oluyor çete için. Çünkü aslında Dutch'un fikir babası ve Dutch'ın ayaklarını yere sağlam bastıran kişi bu chapter'a kadar Hosea idi. Sağlam bir karakteri vardı ve Dutch kadar hayalci değildi. Hosea öldükten sonra zaten Dutch'ın iyice delirdiğini görüyoruz ve çete iyice uçuruma yaklaşmaya devam ediyor bu sürede.
Guarma olayından sonra Arthur hasta olduğunu ve fazla zamanı kalmadığını öğreniyor. Bu Arthur'u derinden sarsıyor ve hayata bakış açısı değişiyor. Leopold Strauss'u kamp alanında ite kalka kovuyor. Geçmişte pişman olduğu birkaç konuda hatasını düzeltmek için oyun elimize fırsat veriyor, sona yaklaştığını anlayan Arthur artık kötüden iyiye doğru bir yönelimibenimsiyor.
Chapter 6'ya geldiğimizde ise çetede büyük bir huzursuzluk başlıyor. Büyük kayıplar yaşandıktan sonra iyice uzaklara sürülüyoruz ama burada da yakamızı rahat bırakmıyorlar. Önce Saint Dennis soygununda yakalanan John'u kurtarıyoruz. Arthur'un Dutch ve çete hakkında sorgulamaları iyice artıyor ve artık herkesin kendi yoluna gitmesini düşünerek John ve ailesinin rahata kavuşması için uğraşıyor. Bu aşamadan sonra John ve Arthur daha çok yakınlaşıyor. En azından John hatır bilen, delikanlı bir adam.
Hosea'nın ölümünden sonra Micah fırsatı krize çevirerek Dutch'a daha çok yakınlaşıyor ve onu manipüle ederek sağ kolu olmaya çalışıyor. Birçok konuda Dutch'ın aklına giriyor, kararlarını etkiliyor. Kamptan birçok kişi ayrılmaya başlıyor, iyice dağılma dönemine giriyoruz.
Artık son düzlüğe giriyoruz. John ile göreve başlarken ''son bir tren'' diyoruz ve tren soygununa başlıyoruz. Treni soyup parayı aldıktan sonra John'un karısının Pinkerton'lar tarafından kaçırıldığını öğreniyoruz. Çetenin kalanı bir kadın için değmez diyerek bizi bırakıp gidiyor. Delikanlı Arthur ve Sadie ise John'ın karısını kurtarmak için rıhtıma doğru ilerliyor.
Abigail kurtarmaya çalışırken Pinkerton ajanı bize Micah'ın ihanetini ve ajanlığını anlatıyor. Daha sonra işini bitirip Dutch'a tüm gerçeği dökmek için yola koyuluyoruz.
Arthur hasta hasta kampa doğru atıyla ilerlerken derin düşüncelere dalıyor. Kampa ulaştığında Micah'ın ihanetini anlatıyoruz ve Micah ve diğer çete üyeleriyle karşılıklı silahları çekiyoruz. O sırada Dutch'ın kafası karışıyor ama Arthur'a hiç pas vermiyor. Yaralı bir şekilde kampa öldü sandığımız John geliyor ve 2. defa Dutch tarafından terk edildiği için Dutch'a öfkeyle bağırıyor. O sırada Pinkerton'lar kampı basıyor ve karşılıklı çatışıyoruz.
John ile kamptan kaçıyoruz Atımız yere düşüyor ve ölüyor, son kez vedalaşıyoruz. Daha sonra oyun bir seçim yaptırıyor. Gidip parayı almak ya da John'a yardım etmek. Ben John'a yardım etmeyi seçiyorum ve John'u kaçırmayı başarıyoruz.
Ondan sonra Micah üstümüze atlıyor ve kavga ederek dövüşüyoruz. Kavganın sonunda silahı alıp Micah'ın işini bitirmeye ramak kala silaha Dutch ayak basıyor ve bizi engelliyor. Micah, Dutch'ı kaçmak için çağırıyor. Dutch onunla gitmiyor ama oğlum dediği bizi de başka bir yoldan terk ediyor.
Tam da Arthur'un hayal ettiği gibi, gün doğarken bir dağ yamacında huzur içinde yorgun vücudumuz can veriyor. Oyun bitiyor, John ile oynanan kalan 8-10 saatlik kısım ise hikayeyi RDR1'e bağlamak için yapılmış bir bölüm.
Bu bir oyun değil, gerçekten bir başyapıt. 6 sezonluk bir diziden farksız hikaye işleyişi, karakter değişimleri var. Her sezon yani chapter'da farklı farklı duygular içine sokuyor bizi. Sonu acı bir şekilde bitiyor ama bir zamanlar denen gibi, silahla yaşayan silahla ölüyor. O silahı bir kere elinize aldığınızda kaderiniz mühürleniyor.
Arthur Morgan sen sadece bir görev adamı değildin, çetenin her şeyiydin. Hikaye: 10/10'dur benim için...