Ahlâk Doğuştan mı Gelir, Sonradan mı Elde Edilir?

Ahlâk sonradan mı elde edilir yoksa doğuştan mı vardır. Bence sonradan elde edilir. Bununla ilgili aşağıda bir argüman hazırladım:

Ahlak zamanla oluşan bir şeydir. Doğuştan gelmez. Ancak beynin evrimsel süreci bazı soruları aynı cevaplamaya sebep olmuş olabilir. Çünkü tüm insanlar zamanla hayatta kalacak şekilde evrimleşmiştir ve beynin çeşitli kısımlarının işlevini yerine getirmeyecek olan tuzak sorular ahlakın doğal olarak geldiğini kanıtlamaz.

Çocukluk zamanında insanın ilk önem verdiği kişiler anne, baba, kardeş gibi aile üyeleridir. Yetişkinlik zamanında insan sonradan hayatına girecek olan bir eş arar ve üremek ister. Sonra bu eş ve evlat kardeşin yerine geçer. Hayata sonradan girmiş bu insanların önceden en çok önem verilenlerin önüne geçmiş olması âhlakın sonradan değiştiğini destekler.

Şimdi iki hayali deney yapalım.

1- Bir tren hızla karşıdan geliyor ve rayları ikiye ayıran bir kol var. Kol trenin yönünü değiştiriyor. Tren sol taraftan gidecek. Sol tarafta 5 kişi var. Eğer kolu çekerseniz tren sağ taraftan gidecek. Ancak orada da 1 kişi var.

Kolu çeker misiniz? Yapılan deneylerde çoğu insan kolu çekeceğini söylemiştir. Şimdi ikinci deneye bakalım:

2- Aynı şekilde bir tren geliyor ancak siz bu sefer üst geçittesiniz. Önünüzde bir adam var. Eğer adamı üst geçitten iterseniz adam trene çarpacak ve tren duracak. Eğer itmezseniz tren raylardaki 5 kişiye çarpacak.

Adamı iter misiniz? Yapılan deneylerde çoğu insan adamı itmemeyi, 5 kişinin ölümünü izlemeyi tercih etmiştir.

Bu deney bize âhlakın doğuştan geldiğini kanıtlamaz çünkü;
- Birinci deneyde kararımızı beynin dorsorateral preforntal korteks denen kısmıyla verdik. Bu kısım zeka gerektiren problemleri çözer.
- İkinci deneyde ise beynin singulat korteksinin ön kısmı devreye girdi. Bu bölge alacağımız faydacı kararı denetleyen ve gerektiğinde bloke eden yerdir. Yani bu bölge âhlak ve vicdan gibi mekanizmalarla bizi yönlendirir.

Singulat korteksinde hasar olan hastalara aynı soru sorulduğunda, onlar birinci soruya genel olarak "evet" cevabını verdiler. Bu onların dorsorateral preforntal korteks kısmının sağlıklı olduğunu gösterir. İkinci soruya da sağlıklı insanların aksine "evet" cevabını verdiler. Çünkü
singulat korteksi yerine bu soruyu da dorsorateral preforntal korteks yanıtlamıştır. Yani vicdan değil mantıkla çözümlenmiştir.

Peki evrim ile nasıl vicdan duygusu doğmuştur? Hangi koşullar ile insan vicdana sahip olarak adaptasyon geçirmiştir?

Tüm duygular aslında bizim sonradan isimlendirdiğimiz jest mimik ve tepkilerdir. Bu sorunun cevabı için araştırmalar devam etmektedir. Ancak derin ve ayrıntılı düşündüğümüzde vicdan da dahil her duygu ya hayatta kalmak için (korku gibi) yada cinselliğe katkı sağlamak (aşk) içindir. Ayrıca bazı evrimsel basamaklar nötraldir ve popülasyona dağılır.

Bu deneyin sonucu olarak kişilerin verdikleri kararların doğuştan gelen âhlak ile değil, beynin bölümleriyle alakalı olarak verildiğini kanıtlamış olduk.

Ayrıca bazı toplumlarda ve başka zaman dilimlerinde âhlak dışı kabul edilen bir şey diğer toplumlarda ve diğer zaman dilimlerinde öyle kabul edilmeyebilir. Eğer âhlak doğuştan gelen bir şey olsaydı, daha genel bir âhlak kavramı olurdu.
2. Soruya da ben evet cevabını verdim, bende mi bir sıkıntı var🙄
 
Ahlâk sonradan mı elde edilir yoksa doğuştan mı vardır. Bence sonradan elde edilir. Bununla ilgili aşağıda bir argüman hazırladım:

Ahlak zamanla oluşan bir şeydir. Doğuştan gelmez. Ancak beynin evrimsel süreci bazı soruları aynı cevaplamaya sebep olmuş olabilir. Çünkü tüm insanlar zamanla hayatta kalacak şekilde evrimleşmiştir ve beynin çeşitli kısımlarının işlevini yerine getirmeyecek olan tuzak sorular ahlakın doğal olarak geldiğini kanıtlamaz.

Çocukluk zamanında insanın ilk önem verdiği kişiler anne, baba, kardeş gibi aile üyeleridir. Yetişkinlik zamanında insan sonradan hayatına girecek olan bir eş arar ve üremek ister. Sonra bu eş ve evlat kardeşin yerine geçer. Hayata sonradan girmiş bu insanların önceden en çok önem verilenlerin önüne geçmiş olması âhlakın sonradan değiştiğini destekler.

Şimdi iki hayali deney yapalım.

1- Bir tren hızla karşıdan geliyor ve rayları ikiye ayıran bir kol var. Kol trenin yönünü değiştiriyor. Tren sol taraftan gidecek. Sol tarafta 5 kişi var. Eğer kolu çekerseniz tren sağ taraftan gidecek. Ancak orada da 1 kişi var.

Kolu çeker misiniz? Yapılan deneylerde çoğu insan kolu çekeceğini söylemiştir. Şimdi ikinci deneye bakalım:

2- Aynı şekilde bir tren geliyor ancak siz bu sefer üst geçittesiniz. Önünüzde bir adam var. Eğer adamı üst geçitten iterseniz adam trene çarpacak ve tren duracak. Eğer itmezseniz tren raylardaki 5 kişiye çarpacak.

Adamı iter misiniz? Yapılan deneylerde çoğu insan adamı itmemeyi, 5 kişinin ölümünü izlemeyi tercih etmiştir.

Bu deney bize âhlakın doğuştan geldiğini kanıtlamaz çünkü;
- Birinci deneyde kararımızı beynin dorsorateral preforntal korteks denen kısmıyla verdik. Bu kısım zeka gerektiren problemleri çözer.
- İkinci deneyde ise beynin singulat korteksinin ön kısmı devreye girdi. Bu bölge alacağımız faydacı kararı denetleyen ve gerektiğinde bloke eden yerdir. Yani bu bölge âhlak ve vicdan gibi mekanizmalarla bizi yönlendirir.

Singulat korteksinde hasar olan hastalara aynı soru sorulduğunda, onlar birinci soruya genel olarak "evet" cevabını verdiler. Bu onların dorsorateral preforntal korteks kısmının sağlıklı olduğunu gösterir. İkinci soruya da sağlıklı insanların aksine "evet" cevabını verdiler. Çünkü
singulat korteksi yerine bu soruyu da dorsorateral preforntal korteks yanıtlamıştır. Yani vicdan değil mantıkla çözümlenmiştir.

Peki evrim ile nasıl vicdan duygusu doğmuştur? Hangi koşullar ile insan vicdana sahip olarak adaptasyon geçirmiştir?

Tüm duygular aslında bizim sonradan isimlendirdiğimiz jest mimik ve tepkilerdir. Bu sorunun cevabı için araştırmalar devam etmektedir. Ancak derin ve ayrıntılı düşündüğümüzde vicdan da dahil her duygu ya hayatta kalmak için (korku gibi) yada cinselliğe katkı sağlamak (aşk) içindir. Ayrıca bazı evrimsel basamaklar nötraldir ve popülasyona dağılır.

Bu deneyin sonucu olarak kişilerin verdikleri kararların doğuştan gelen âhlak ile değil, beynin bölümleriyle alakalı olarak verildiğini kanıtlamış olduk.

Ayrıca bazı toplumlarda ve başka zaman dilimlerinde âhlak dışı kabul edilen bir şey diğer toplumlarda ve diğer zaman dilimlerinde öyle kabul edilmeyebilir. Eğer âhlak doğuştan gelen bir şey olsaydı, daha genel bir âhlak kavramı olurdu.
Ahlak doğuştan gelir sonradan bozulur.
 
"Coğrafya kaderindir" sözü aslında bu soruya biraz cevap gibi bence:) Yani çevrenden ne görürsen senin ahlakın da ona doğru eğilir. Züppe tiplerle olursan o yöne, düzgün tiplerle olursan bu yöne evrilir. Tabii ki arada münferit durumlar mutlaka vardır ama genel kanı budur bence.
 
Bana göre yeni dünyaya gelen kişilerde ahlak kavramı yoktur. Ne ahlaklıdır ne de ahlaksızdır. Ahlak kişinin çevresine göre belirlendiği gibi kişinin kendi karakteristik özelliğine bağlı olarakta değişebilir.
 
İçinde bulunduğunuz "çevre" ne koşulda yaşıyorsa siz de onun yaşantısını benimsersiniz. Kültürel, ahlaksal her şey... Aileniz sizi bu yöne sürükleyen ilk kişilerdir. Örneğin çocuk yaşta(erkek çocuklar için) saçma bir sebepten dolayı cinsel organının bir kısmının kesilmesi gibi. Örnekler çoğaltılabilir. İçerisinde kültür, töre barındıran ne varsa geçerlidir bu durum.

Ancak ailen sana henüz küçük yaşta hayal kurma, düşünme, okuma gibi özellikleri bahşettiyse çevrenden fazla etkilenmezsin. Bilinçli ve farkındalık sahibi bir birey zihnin gücüne varır ve böyle kültürel(töre,din,hurafe vs.) ögelerden etkilenmez. Zira çocuk yaşta beyne atılan ne varsa ilerleyen yaşlarda onun meyvesi alınacaktır. İlerleyen yaşlardaki kronik cehaletin tedavisi zor oluyor çünkü. Tecrübeyle sabit.

Ahlaka geleceksek; soru, "Ahlakın ölçütü nedir?" gibi olmuş. Ahlakın ölçütü bilgeliktir. Her türlü "ahlaksız" davranışın sebebinde ise cehalet yatar. Ancak neyin "norm"al neyin anormal olduğu da yine kişiden kişiye değişir. Çünkü normlar da her şeyde olduğu gibi değişiklik gösteriyor. Ahlaki açıdan benim hoş gördüğüm bir durum/olay başkasına çirkin gözükebilir. Veya tam tersi. Felsefenin hemen hemen her konusunda olduğu gibi burada da bir rölativizm söz konusu. Net yargılara varmak zor bu hayatta. Ancak kendi fikrimi söyleyecek olursam; paragrafın başında da belirttiğim gibi ahlakın ölçütü bilgeliktir. Kişi ne kadar bilgin ise o kadar ahlaklı olur.(Sokrates'in öğretisi)
 
printf( din == o dini uygulayan birey ) // outputs: "false";
Din bir pakettir ve biri o paketi alır kendine göre evirir çevirirse o kendine has ayrı bir din olur ve siz bu modifiye dini orjinal pakete eşit tutarak bilime, mantığa ve aklınıza hakaret etmiş oluyorsunuz.


Asıl sıkıntı inaçtır
Size bir soru soruyorum:
- Bir şişe siyah mürekkebi beyaz duvara sıçrattım, bir de ne göreyim duvarda çok güzel bir şiir yazıyor veya o şişe mürekkep devrilip boş defterime döküldü ve bir de ne göreyim dönem ödevim defterde yazıyor.
- En basitinden aspirin ilacının reçetesinde bileşenleri ve bileşen oranları yazıyor. mesela 0.05mg demir, 0.001mg magnezyum vs vs yüz tane bileşen ve oranları yazıyor. Sonra ultra bilimci bir kişilik senin yanına geliyor ve diyor ki : "şu elindeki aspirin dediğiniz hap varya aslında nasıl oluştu biliyor musun: dün burada masanın üstünde bir kova toprak vardı, malum onun içinde bir dünya maden var, neyse efendim pencereden kedi geldi masanın üstüne çıktı kovayı yıktı suyu kovayı devirdi veee bir de ne göresin senin elindeki şu aspirin dediğin hap oluştu"
- Dün bahçede 500 tuğla, 100 torba çimento ve baya bi kum vardı, neyse yoldan geçen araba bahçeye daldı su borusunu paatlattı tuğlaları devirdi vs sonra şu gördüğün 1 katlı ev oluştu.

...örnekleri çoğaltabiliriz. Eğer bu örnekleri dem vurduğunuz övündüğünüz o bilim (!) adına ve akıl ve mantık adına kabul edebilir misiniz ?

Eğer kabul ediyorsanız "herkesin inancına saygı duyuyoruz" deyip geçer ve muhatap bile olmam. Ama eğer "elbette böyle saçmalıkları akıl mantık bilim kabul etmez" diyorsanız, ben de derim ki: hayat sahiplerinin, yani canlıların temel yapı birimi hücredir, hücrenin yapı taşı proteindir, proteinin esası aslı özü DNA dır. Dna ise, harflerin dizilmesiyle nasılki şuan okuduğunuz bu yazı meydana geliyor, Dna da 4 harften yazılan uzun ve binasını oluşturacağı canlı binasının çok çok detaylı , bir mühendis tarafından yazılabilecek plan ve projesinin maddeye dönüşmüş canlı halidir. Bir şişe mürekkepin devrilmesi nasıl ki benim basit bir dönem ödevimi bile meydana getiremiyorsa, bu C, H, N, O cansız harfleri dahi, sadece herhangi bir "Bilincini Yitirmiş" bir hayali veya göze görülen bir kavram veya varlığın, "tesadüf"ün, "doğa"nın, veya şu şu ihtimalin etkisiyle o Dna'yı o da protein'i o da hücre'yi o da bir canlı'yı meydana getiremez.

O bir katlı binanın oluşması için basit bir proje ve aklı başında gücü yerinde işten anlayan bir usta; o bir parça aspirin hapının oluşması için yılların eczacılık birikimi ve başarılı tecrübeli aklı başında bir eczacı; ve o dönem ödevimin yazılması için de saatlerce araştırma yapabilecek ve yazı yazmayı kalem tutmayı bilen aklı başında bir öğrenci gerektiği gibi; aynen öyle de, en basitinden sadece o Dna parçasının oluşması için de, daha önce hiç görülmeyen müstakbel canlıyı önceden tahayyül edip bir mühendis ve mimar tarafından yıllar süren çalışma sonunda projesinin çizilip C,H,N,O elementlerini o projeye uygun kusursuz, hatasız bir şekilde dizmek gerekmez mi ? Benim basit dönem ödevimi yazamayan "tesadüf" bey ve "doğa" hanım nerede kaldı daha önce görülmemiş bir canlının Dna'sını yapsın ?... Buna ancak bilim maskesi altında dinsizliği din olarak kabul eden insan görünümündeki vahşiler "inançları gereği" mecburen inanır.



------


Soru: Din ne işe yarar, insanın veya toplumların dine ihtiyacı var mı ?
Soruya Soru: İnsanoğlu melek midir ? Yani sadece iyi davranışlarda mı bulunabilir ? Kötülük yapma kabiliyeti yok mudur ?
Soruya Soruya Cevap: Elbette kötülük yapma özelliği de vardır, asla sadece bir melek değildir.
Asıl Soruya Cevap: Din insandaki kötü duyguları kontrol altına alma ve ilave olarak iyi duygularını besleyip canlandırmaya yarar.

Tezimize Tarihi Bir Örnek: Örneğimizde din olarak İslam'ı ele alalım. Yıl milattan sonra 500 yılları, Lokasyon arap yarımadası... Bölgede yaşayan insan türünün sosyolojik halinden örnekler:
1- Kadınlar mal olarak alınıp satılır
2- Ailenin doğan ilk çocuğu kız ise diri diri toprağa gömülür
3- Ticarette borçlar ödenmez, verilen sözler tutulmaz.
4- Birey grupları olarak da algılanabilen "kabileler" arası kan davaları overclock(haddinden fazla) durumundadır.

Örneklerin devamını tarih kitaplarına havale ederek tarih sürgümüzü 100 200 sene ileriye sürüklüyoruz ve aynı lokasyondaki insan türünün sosyal halini tekrar inceliyoruz:
1- Kadınların eşya olarak alınıp satılması "hayal ürünü" seviyesine getirilmiş, bölgedeki kadınlar eskiye göre daha belirgin sosyal bir sosyal statüye erişmiş, günümüzdeki gibi sınırsız olan kadın eş limiti 4'le sınırlanmış ve bir kadın kategorisi olan "anne"ye en üst düzeylerde saygınlık kanunlarla zorunlu kılınmıştır.
2- Kız çocuğunun utanç sebebi olması , diri diri gömülmesi gibi hissiyatlar hayal olup uçmuş ortadan kaldırılmıştır.
3- Yalan ve Doğru algıları çok belirgin bir şekilde birbirinden ayrıştırılmış, ticaret gibi sosyal yaşamın bir çok dinamikleri kanunlarla stabil hale dönüştürülmüştür.
4- Kan davası mevhumu kanunlar çerçevesinde şiddetle yasaklanmış, beyaz renkli insan türü ile siyah renkli insan türünün birbirine üstünlüğü olmadığı, bölge halkı olan arap ırkına mensup olanın arap olmayana kesinlikle herhangi bir üstünlüğü olmadığı keskin hatlarla tesbit ettirilmiştir.

Zaten tarih boyunca huzursuzluğun asıl kaynağı; üst tabaka ile alt tabaka arasındaki adaletsizlik, zengin ile fakir arasındaki dengesizlik ve güçlü ile zayıf arasındaki geçimsizlik olmuştur. Yukarıdaki örneğimizde köklü sosyolojik değişim sonucunda bölgede oluşan ortamda aslen bu saydığımız huzursuzluk kaynaklarının eritilip, huzur kaynaklarına çevirilmiş olduğunu görebilmekteyiz.

Bölgedeki bu tarihi değişime parlak bir örnek olarak verilen bir bireyi biz de tutup kaldırıyoruz, elimize alıp inceliyoruz.
Birey Adı: Ömer bin Hattab ( Hz. Ömer RA )
Değişim: Eskiden kızını diri diri gömmüş ve bu hazin sahneyi icra ederken gözlerini bile yaşartmayan bir vicdan sahibi bir birey , bu tarihi değişim sonucunda gördüğü bir karıncayı bile rahatsız etmeye vicdanı müsaade edemiyor, ve ileride bölgenin idarecisi konumuna geçtiğinde şu sözleri (“Fırat kenarında bir kurt bir koyunu kapsa korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!” ) söyleyerek vicdanındaki zulum duygularının eriyip merhamet ve adalet duygularının nasıl da beslenip canlandığına örnek teşkil ediyor.

Soru: Bu derece, duygulardaki köklü değişimin amiline nedir peki ?
Cevap: O zamandaki düşmanları tarafından olduğu gibi ve günümüze kadan uzanan ve dost ve düşman tarafında görülen tarihçilerin de ortak kanaatiyle lakabı "Muhammed-ül Emin !" (yani: Doğru sözlü ve dürüstlüğünde şüphemiz olmayan Muhammed ) olan bir insan. Sadece basit, yetim, yanlız başına bir insan. Dürüstlüğü ile tanınıyor. Bir gün bir iddia da bulunuyor. Başta yakın akrabaları olmak üzere bütün bölge bireyleri ona karşı hücum ediyor. Fakir ve sahipsiz bu bireyin uzun işkence yılları , zamanla netice vermeye , ve ortaya koyduğu iddiası bölge insanlarının kalblerinde hayat bulmaya başlıyor, bir kaç kişiden ibaret olan dostları zamanla bölgeye hakim oluyor ve yukarıda bahsettiğimiz sosyolojik devrim amacına ulaşıyor.

Soru: Peki neydi bu basit insanın iddaası ?
Cevap: Kendisi, gücü, nüfüzu, maddi zenginliğinin minimum olmasının tam aksine iddaası sadece bölge halkının değil tüm yer yüzü insanlarının sadece görünen hayattaki bireysel ve toplumsal denge , adalet , huzur ve saadetini kapsamıyor, görünen hayatından sonra milyonlar sene sürecek gerçek bir hayatın başlayacağını ve bu gerçek hayatın saadetini temin edeceğini kendinden hiç şüphe duymadan iddaa ediyor dava ediyordu.

Ve işin en garip tarafı ise, yukarıdaki tarihi değişimde de görüldüğü üzere, davasının ilk kanadını kazanmış olmasıdır.

Peki bu kadar "cevap" üzerine bir "soru" da ben soruyorum: Bu Muhammed-ül Emin (ASM) denilen zatın o zamanda yaptığı devrimine, köklü değişikliğine harika diyoruz. Acaba, modernliğin zirve yapmış olduğu, teknolojinin sınırları deldiği bu zamanın yüzlerce bilim adamını, pedagogunu, sosyolojistini, filozofunu övündükleri bütün imkanlarını da arkalarına alarak o zamana (500lü yıllara) , o vahşet ve zulüm bölgesine, arap yarım adasına gönderelim ve orada pek uzun zamanlarda o vahşileri ıslah için çalışsınlar. O Muhammed-ül Emin (ASM) diye çağırılan basit insanın bir senede elde ettiği başarıya bu insanlar elli senede ulaşabilirler mi ?

Netice

"Din" bireysel olduğu kadar toplumsal hayatın da hayatı, esas denge aracı, motoru ve enerji kaynağıdır. Ve biz anadolu insanın yeniden dirilmesi de dinin dirilmesiyle olur.
 

Yeni konular

Geri
Yukarı