Sultan II. Abdülhamîd zamanında Üçüncü Devre Melâmîliği'nin pîrî olan Seyyid Muhammed Nûrul Arab'ın düşüncelerini kendilerine uygun bulmayan bazı kimseler kendisini Pâdişâha gammazlarlar. Bunun üzerine Sultan II. Abdülhamîd, Seyyid'i İstanbul'a dâvet ederek bizzat kendisinin de dinleyebileceği bir ilmî toplantının Şeyhülislâmın konağında yapılmasını, fakat kendisinin orada bulunacağını Şeyhülislâmdan başka kimsenin bilmemesini irâde eder.
Gerçekten Pâdişah gelir ve toplantı salonuna açılan kapılardan birinin önüne konulan bir paravanın ardından toplantıyı izler. Bu toplantıya zamanın ileri gelen ulemâsı dâvetlidir. Söz Allah'ın sıfâtlarından başlar sırasıyla kudret, hayat ve ilim gibi sıfatlardan sonra irâde bahsine gelir.
Burada Seyyid Muhammed Nûru'l Arabi: “Allah'ın bütün kemâl sıfatları insâna cüzî de olsa yansımıştır. Böyle olunca cüz'î bir irâdenin de insânda bulunması lâzım gelir. Fakat huzûrda bulunanlar cüz'î irâdelerini izhâr edemezler” der. Dinleyenler bunu “Acaba bir örnekle açıklayamaz mısınız?” demeleri üzerine, Nûrü'l Arab bu sefer keşf ehli olduğunu da izhâr ederek:
“Bakınız, biz şimdi Pâdişahın huzûrunda bulunuyoruz. Onun huzûrunda bizim cüz'î irâdemizle her istediğimizi yapabilmemiz mümkün müdür? Onun huzûrunda irâde külliyyen onundur. Bize gel derler, kalkıp geliriz, çıkın gidin derler, çıkar gideriz. Ne zaman huzûr-i şâhâneden çıkarsak, o zaman cüz'î irâdemiz geçerlilik kazanır. Ehlullâh ise her an Allah'ın huzûrunda bulunduklarının idrâkini zinde tuttuklarından, dâima Allah'ın irâdesiyle hareket ederler. Huzûrdan ayrılmazlar ki irâdelerine sâhip olsunlar» der. Muhammed Nûru'l Arab'ın irâde konusundaki bu sözleri II. Abdülhamîd'i memnun etmiş, kendisinin rahat bırakılmasını ve İstanbul'daki ikameti esnâsında en iyi şekilde ağırlanmasını emretmiştir.
Hazreti Pir'in anlattığı 'huzurda olanın iradesi olmaz' sözü aslında bize idrak seviyesini anlatıyor. Hepimiz her an huzurdayız. Fakat farkında değiliz.