Şahane Bilinmezlik

Katılım
10 Nisan 2016
Mesajlar
7.428
Makaleler
4
Çözümler
14
Daha fazla  
Cinsiyet
Erkek
Hiçbirimizin herhangi bir fikri yok. İnsanın varlığının ya da var olduğu yanılgısının, yanılgı da olsa bunun farkındalığının, neden var olduğu sorusundan çok daha ötede bir sorun var. Tanrı ya da madde, birinin ya da her ikisinin, sonsuz veya sonlu olmasından çok ötede bir sorun bu. İnsanlar neden bu hayat var diye soruyor. Dünya'da Tanrı'yı oynayanlar, onun ağzından cevaplar veriyor. Gerçek ya da yalan. Her şeye bir bahane, bir çözüm, bir cevap bulabiliriz belki. Binlerce yıldır bulmuşuz da, fakat bana öyle geliyor ki: Asıl cevap çok daha farklı bir yerde saklı. Henüz keşfedemediğimiz, üçüncü bir seçeneğin ardında gizli.


Bazen tesadüf ya da planlı bir şekilde var olmamın hiçbir işe yaramadığı anlar yaşıyorum. Sonrasında tüm cevapların değerini yitirdiği zamanları düşünüyorum. Böylesi durumlarda kimi zaman, aklımı kaçırma noktasına geldiğimi fark ediyorum. Ne büyük bir gizemin içerisindeyiz böyle!


Buna cevap bulmak, dahası bulduğumuz cevaptan tatmin olmak, akıl alır gibi değil. Asıl mesele ölümden sonra sonsuza dek var olmak ya da yok olmak değil. Bunun neden olduğudur. Hayatın anlamı nedir sorusundan çok daha önemlisi, anlama anlam katan şeyin ne olduğudur. İşte bunun tatmin edici cevabı yok. Ne yazık ki, insanların bu derinliklerde zevkle boğulduğu bir gün gelmeden göçüp gideceğim. Geride kalan sizler, kendi hayallerinize tapınmaya devam edeceksiniz. Her defasında saçmalığı kendinize tokat gibi çarpan, fakat yine de bir an olsun onlardan kendinizi arındıramadığınız, o içi boş kuruntularla hayatınızı yaşamaya devam edeceksiniz.


Bir gün herkesi ardımda bırakarak, sonu sisli uzun bir yolculuğa çıkacağım, ama onlar bensiz yaşamaya, nefes almaya ve gülmeye devam edecek. Demek ki bizler, her birimiz birbirimizden farklıyız. Bir gün öleceğim, ama Dünya dönmeye devam edecek. O halde belli ki, ben Dünya'nın da umurunda değilim. Ben yok olacağım ve Evren'de, milyarlarca ve milyarlarca yeni yıldızlar doğmaya devam edecek. Demek ki ben, Evren'in de umurunda değilim. Ben olmadan da her bir canlı ve nesne başının çaresine bakabilmekte. Dünya'nın, Evren'in ve Zaman'ın benimle işi yok.


Madem ki benim varlığım o kadar değersiz. O halde tüm bunlara ne gerek vardı, ya da tüm bu olanların farkında olmamın ne gereği vardı? Her defasında, sonsuz bilgi sahibi Tanrı'nın, ben gibi değersiz birinden istediği şeyin ne olduğunu soruyorum kendime. Daha sonra, Tanrı'nın gerçekten sonsuz bilgi sahibi olup olmadığını düşünüyorum. Çok geçmeden beynimden bir ses şöyle diyor, saçma! O bunu nereden bilebilir ki? İyi ama eğer Tanrı yoksa, tüm bu olan şeylerin ne gereği vardı? Neden başka bir zamanda değil de, şimdi oluyordu? Peki başka bir zaman var mıydı gerçekten? Hiç durmadan oradan oraya anlamsızca savrulmamız neden? Peki ya içinde zamanın olmadığı kara leke, neden ancak zamanla kendisini fark ettirebiliyor bizlere?


Bizler burada zamansızlığın kalbine doğru hızla ilerlerken, başka bir zamanın şimdisi içerisinde, tüm hayatımızı, en iyi soytarının kim olduğu kararını verebilmek için harcıyoruz. Tanrı'ya yaraşır iyi bir kul, inancına bağlı örnek bir mümin, krallara boyun eğen eşsiz bir köle, toplumun okşadığı hayırlı bir evlat. Sadece ölmek ve başka bir rüyada, bugünkünden daha da korkunç hayaletlere, tapınmak için adanmış bir ömür. Burada kendimizden başka her şeye yer var. Oysa kendini diğerinden farklı sanan yağmur damlalarının ırmağa, ırmakların denize, denizlerin de okyanusa kavuşması gibi. Zamanın zamansızlıkta buluştuğu yerde özümüze, varlık ve hiçliğin derin kuytularda gizlice buluştuğu, içi sır dolu o üçüncü seçenekte bir bütün olacağız. O gün geldiğinde orada Tanrı ile Şeytan'ı biz barıştıracağız.


İnkar edilemeyecek kadar ortada olan bir şey var. Evren! Bunun bir yanılsama veya gerçek olması bu noktada hiç önemli değil. Yanlış ya da doğru yorumlamakta öyle. Burada özgür değilsek ya da seçimlerimizde kararlarımız bize ait ise bu ne kazandırır? Hiçbir şey! Yine de, Tanrı'nın olmadığı ve hiçbir şeyin sebep olmadığı bir şey var işte. Ne kadar delice olsa da bu bir gerçek. Ve gerçek aslında yanılsamadan oluşsa da, yine de orada. Onu görüyor, varlığını algılayabiliyoruz. Çığlık çığlığa delirmek ve bu şahane bilinmez içerisinde boğulmak için daha neyi bekliyoruz!


Bir şeylerin herhangi bir şekilde var olması, hele ki bazı şeylerin sonsuz olması, hiç olmamasından daha büyük bir sorunmuş gibi görünüyor bana. Orada bir şey var, ne olduğunu tam bilemesek de. İster hayal ister gerçek ama bir şey var. Bizi de içerisine alan ve aldığının farkında olduğumuz bir şey.


Tanrı mı?


Onun oralarda var olması beni hiç heyecanlandırmıyor. Ama ya olmaması? İşte bu tam bir delilik! Ama ya gerçekten varsa? O zaman bu daha büyük bir delilik!
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Hiçbirimizin herhangi bir fikri yok. İnsanın varlığının ya da var olduğu yanılgısının, yanılgı da olsa bunun farkındalığının, neden var olduğu sorusundan çok daha ötede bir sorun var. Tanrı ya da madde, birinin ya da her ikisinin, sonsuz veya sonlu olmasından çok ötede bir sorun bu. İnsanlar neden bu hayat var diye soruyor. Dünya'da Tanrı'yı oynayanlar, onun ağzından cevaplar veriyor. Gerçek ya da yalan. Her şeye bir bahane, bir çözüm, bir cevap bulabiliriz belki. Binlerce yıldır bulmuşuz da, fakat bana öyle geliyor ki: Asıl cevap çok daha farklı bir yerde saklı. Henüz keşfedemediğimiz, üçüncü bir seçeneğin ardında gizli.


Bazen tesadüf ya da planlı bir şekilde var olmamın hiçbir işe yaramadığı anlar yaşıyorum. Sonrasında tüm cevapların değerini yitirdiği zamanları düşünüyorum. Böylesi durumlarda kimi zaman, aklımı kaçırma noktasına geldiğimi fark ediyorum. Ne büyük bir gizemin içerisindeyiz böyle!


Buna cevap bulmak, dahası bulduğumuz cevaptan tatmin olmak, akıl alır gibi değil. Asıl mesele ölümden sonra sonsuza dek var olmak ya da yok olmak değil. Bunun neden olduğudur. Hayatın anlamı nedir sorusundan çok daha önemlisi, anlama anlam katan şeyin ne olduğudur. İşte bunun tatmin edici cevabı yok. Ne yazık ki, insanların bu derinliklerde zevkle boğulduğu bir gün gelmeden göçüp gideceğim. Geride kalan sizler, kendi hayallerinize tapınmaya devam edeceksiniz. Her defasında saçmalığı kendinize tokat gibi çarpan, fakat yine de bir an olsun onlardan kendinizi arındıramadığınız, o içi boş kuruntularla hayatınızı yaşamaya devam edeceksiniz.


Bir gün herkesi ardımda bırakarak, sonu sisli uzun bir yolculuğa çıkacağım, ama onlar bensiz yaşamaya, nefes almaya ve gülmeye devam edecek. Demek ki bizler, her birimiz birbirimizden farklıyız. Bir gün öleceğim, ama Dünya dönmeye devam edecek. O halde belli ki, ben Dünya'nın da umurunda değilim. Ben yok olacağım ve Evren'de, milyarlarca ve milyarlarca yeni yıldızlar doğmaya devam edecek. Demek ki ben, Evren'in de umurunda değilim. Ben olmadan da her bir canlı ve nesne başının çaresine bakabilmekte. Dünya'nın, Evren'in ve Zaman'ın benimle işi yok.


Madem ki benim varlığım o kadar değersiz. O halde tüm bunlara ne gerek vardı, ya da tüm bu olanların farkında olmamın ne gereği vardı? Her defasında, sonsuz bilgi sahibi Tanrı'nın, ben gibi değersiz birinden istediği şeyin ne olduğunu soruyorum kendime. Daha sonra, Tanrı'nın gerçekten sonsuz bilgi sahibi olup olmadığını düşünüyorum. Çok geçmeden beynimden bir ses şöyle diyor, saçma! O bunu nereden bilebilir ki? İyi ama eğer Tanrı yoksa, tüm bu olan şeylerin ne gereği vardı? Neden başka bir zamanda değil de, şimdi oluyordu? Peki başka bir zaman var mıydı gerçekten? Hiç durmadan oradan oraya anlamsızca savrulmamız neden? Peki ya içinde zamanın olmadığı kara leke, neden ancak zamanla kendisini fark ettirebiliyor bizlere?


Bizler burada zamansızlığın kalbine doğru hızla ilerlerken, başka bir zamanın şimdisi içerisinde, tüm hayatımızı, en iyi soytarının kim olduğu kararını verebilmek için harcıyoruz. Tanrı'ya yaraşır iyi bir kul, inancına bağlı örnek bir mümin, krallara boyun eğen eşsiz bir köle, toplumun okşadığı hayırlı bir evlat. Sadece ölmek ve başka bir rüyada, bugünkünden daha da korkunç hayaletlere, tapınmak için adanmış bir ömür. Burada kendimizden başka her şeye yer var. Oysa kendini diğerinden farklı sanan yağmur damlalarının ırmağa, ırmakların denize, denizlerin de okyanusa kavuşması gibi. Zamanın zamansızlıkta buluştuğu yerde özümüze, varlık ve hiçliğin derin kuytularda gizlice buluştuğu, içi sır dolu o üçüncü seçenekte bir bütün olacağız. O gün geldiğinde orada Tanrı ile Şeytan'ı biz barıştıracağız.


İnkar edilemeyecek kadar ortada olan bir şey var. Evren! Bunun bir yanılsama veya gerçek olması bu noktada hiç önemli değil. Yanlış ya da doğru yorumlamakta öyle. Burada özgür değilsek ya da seçimlerimizde kararlarımız bize ait ise bu ne kazandırır? Hiçbir şey! Yine de, Tanrı'nın olmadığı ve hiçbir şeyin sebep olmadığı bir şey var işte. Ne kadar delice olsa da bu bir gerçek. Ve gerçek aslında yanılsamadan oluşsa da, yine de orada. Onu görüyor, varlığını algılayabiliyoruz. Çığlık çığlığa delirmek ve bu şahane bilinmez içerisinde boğulmak için daha neyi bekliyoruz!


Bir şeylerin herhangi bir şekilde var olması, hele ki bazı şeylerin sonsuz olması, hiç olmamasından daha büyük bir sorunmuş gibi görünüyor bana. Orada bir şey var, ne olduğunu tam bilemesek de. İster hayal ister gerçek ama bir şey var. Bizi de içerisine alan ve aldığının farkında olduğumuz bir şey.


Tanrı mı?


Onun oralarda var olması beni hiç heyecanlandırmıyor. Ama ya olmaması? İşte bu tam bir delilik! Ama ya gerçekten varsa? O zaman bu daha büyük bir delilik!
Dostum endişelerinde haklısın, çünkü var olman için senin iznin alınmadı. Alınsaydı belki var olmak istemeyecektin.

Fakat ilk olarak zaten sen var olmamışken senin izninin alınabilmesinin teknik olarak mümkün olmaması, ikinci olarak da eğer izninin alınabilmesi bilmediğimiz bir yöntemle mümkün olsaydı bile "Tamam, ben var olmak isterim." veya "Hayır, ben var olmak istemem." kararını verebilmek için geleceği bilmen gerekeceği ama henüz bilinemez olan geleceği bilmenin de aynı şekilde teknik olarak mümkün olmaması var olma problemini hepimiz için çözümsüz bırakıyor. Burada akla uyan bir çözüm bulunabilir mi sorusunun cevabı da yine bilinemez gibi duruyor. Akıllar burada derin bir sessizliğe gömülür, tıpkı seni yaşadığın gibi.

Fakat Kur'an kitabındaki Tanrı'nın var olduğuna inananlara göre çözüm çok basit: Tanrı sadece kendi istediği için bizi var etti, biz var olmak istediğimiz için değil, çünkü biz zaten var olmadığımız için bize var olmak isteyip istemediğimiz soramazdı. Onun bizi niye yarattığını sorgulamak faydasız, boş bir merak. Ona bizi niye yarattın diye sormamız ne mümkün ne de anlamlı, çünkü Ona hesap sorulamaz, O dilediğini yapan veya yapmayandır. Statümüz farklı, O yaratıcı, biz ise yaratılanız. Onun dilemesi ile var olduğumuza göre ve varlığımızı O devam ettirdiğine göre ve Onun var ettiği Evreni terkedip başka bir yere ne gidip ne de sığınamayacağımıza göre ki, zaten başka bir yer yok, O zaman yapılacak tek anlamlı eylem, Onun istediği gibi hayat sürmek olmalıdır. Nitekim bize Ona bizi niye yarattın diye somamız mümkün olmasa da O, kitabı ile bunu cevabını zaten vermiş. Bizi kendine ibadet etmemiz için yâni emir ve yasaklarına uyarak yaşamak için yaratmış. Bazılarının buna uymak istemeyeceğini bildiği için dinî bildirmiş ve ödül/ceza sistemini kurmuş, aksi halde âdil olamazdı. Çok şanslıyız ki, âdil olmayı seçen bir Tanrı'nın yarattığı varlıklarız. Aksi halde yapanın yanına kâr kalırdı ve bu da bizi sonsuz mutsuzluğa sürüklerdi.

Dostum bu yazdıklarım boş bir teselli gibi gelebilir sana ama ister inan ister inanma, galiba seni rahat ettirebilecek başka bir seçenek mümkün değil. Umarım faydalı olur ve umutsuzluktan kurtulursun.
 
Dostum endişelerinde haklısın, çünkü var olman için senin iznin alınmadı. Alınsaydı belki var olmak istemeyecektin.

Fakat ilk olarak zaten sen var olmamışken senin izninin alınabilmesinin teknik olarak mümkün olmaması, ikinci olarak da eğer izninin alınabilmesi bilmediğimiz bir yöntemle mümkün olsaydı bile "Tamam, ben var olmak isterim." veya "Hayır, ben var olmak istemem." kararını verebilmek için geleceği bilmen gerekeceği ama henüz bilinemez olan geleceği bilmenin de aynı şekilde teknik olarak mümkün olmaması var olma problemini hepimiz için çözümsüz bırakıyor. Burada akla uyan bir çözüm bulunabilir mi sorusunun cevabı da yine bilinemez gibi duruyor. Akıllar burada derin bir sessizliğe gömülür, tıpkı seni yaşadığın gibi.
Okuduğundan hiçbir şey anlamamışsın.
Fakat Kur'an kitabındaki Tanrı'nın var olduğuna inananlara göre çözüm çok basit: Tanrı sadece kendi istediği için bizi var etti, biz var olmak istediğimiz için değil, çünkü biz zaten var olmadığımız için bize var olmak isteyip istemediğimiz soramazdı. Onun bizi niye yarattığını sorgulamak faydasız, boş bir merak. Ona bizi niye yarattın diye sormamız ne mümkün ne de anlamlı, çünkü Ona hesap sorulamaz, O dilediğini yapan veya yapmayandır. Statümüz farklı, O yaratıcı, biz ise yaratılanız. Onun dilemesi ile var olduğumuza göre ve varlığımızı O devam ettirdiğine göre ve Onun var ettiği Evreni terkedip başka bir yere ne gidip ne de sığınamayacağımıza göre ki, zaten başka bir yer yok, O zaman yapılacak tek anlamlı eylem, Onun istediği gibi hayat sürmek olmalıdır. Nitekim bize Ona bizi niye yarattın diye somamız mümkün olmasa da O, kitabı ile bunu cevabını zaten vermiş. Bizi kendine ibadet etmemiz için yâni emir ve yasaklarına uyarak yaşamak için yaratmış. Bazılarının buna uymak istemeyeceğini bildiği için dinî bildirmiş ve ödül/ceza sistemini kurmuş, aksi halde âdil olamazdı. Çok şanslıyız ki, âdil olmayı seçen bir Tanrı'nın yarattığı varlıklarız. Aksi halde yapanın yanına kâr kalırdı ve bu da bizi sonsuz mutsuzluğa sürüklerdi.
Bunlar, onlara "göre" gerçeğin cevabı. Beni gerçekten hiç ama hiç anlamamışsın.
Dostum bu yazdıklarım boş bir teselli gibi gelebilir sana ama ister inan ister inanma, galiba seni rahat ettirebilecek başka bir seçenek mümkün değil.
Evet, bu doğru. Fakat benimle ve düşündüklerimle ilgili değil. Çünkü gerçeği bilmek, gerçeği bildiğine inanmak soru sormanı engeller. Dolayısıyla, hiçbir şey merak etmez ve bilinmezlik kuruntular ile kapatılmış olur.

Anlamak için:

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.

Seslendirme
Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.

Umarım faydalı olur ve umutsuzluktan kurtulursun.
Herhangi bir endişe ya da umutsuzluğum yok, hiç olmadı. Bir dine inanan insanın, dine inanmayan insanda oluştuğunu sandığı şey bu. Çünkü din sana umut verir ve bilinmezi ortadan kaldırır. Başın derde girdiğinde sığınacak bir limandır. Edeceğin bir bedduan da silahındır.

İçinde olduğun şeyi göremezsin.
Madem ki benim varlığım o kadar değersiz. O halde tüm bunlara ne gerek vardı, ya da tüm bu olanların farkında olmamın ne gereği vardı? Her defasında, sonsuz bilgi sahibi Tanrı'nın, ben gibi değersiz birinden istediği şeyin ne olduğunu soruyorum kendime. Daha sonra, Tanrı'nın gerçekten sonsuz bilgi sahibi olup olmadığını düşünüyorum. Çok geçmeden beynimden bir ses şöyle diyor, saçma! O bunu nereden bilebilir ki? İyi ama eğer Tanrı yoksa, tüm bu olan şeylerin ne gereği vardı?
Senin kafanı karıştıran bölüm burası olmalı?
Dünya'da Tanrı'yı oynayanlar, onun ağzından cevaplar veriyor. Gerçek ya da yalan. Her şeye bir bahane, bir çözüm, bir cevap bulabiliriz belki. Binlerce yıldır bulmuşuz da, fakat bana öyle geliyor ki: Asıl cevap çok daha farklı bir yerde saklı. Henüz keşfedemediğimiz, üçüncü bir seçeneğin ardında gizli.
@IBM 3090 VF
 
Son düzenleme:
Açtığınız konu için tekrar teşekkürler. Herkesin aklına gelmeyen bir konu açmışsınız ve bilinmezin şahane olabileceğini düşünmüşsünüz. Ayrı bir bakış açısı, saygı duymak gerekir. Uyarılarınız yönünde tekrar değerlendirme yapmak için tekrar gözden geçirme yapmak için zaman bulmaya çalışacağım.

Lâkin gözden kaçırdığınız noktalardan birincisi, kendi kendinize var olmadığınızın ve sınırlı bir ömre sahip olduğunuzun kesin bilgi olduğunu bilmenize rağmen öğrenilmiş gerçeklik ve varlık algısının dışına çıkarak "Ben" zamiri ile işaret edilen kişilik veya bilincinizin aslında nasıl bir varlık olduğunu veya olmadığını çok muhtemelen henüz fark edememiş olmanızdır.

İkincisi ise, ölümden sonra ne olacağı ve sizin ne olacağınız hakkında muhtemelen peşin hüküm sahibi olarak, varlık ve bilincinizin kalıcı olarak devre dışı kalacağı şeklindeki bilinen varsayımı kabûlünüzdür.

Bu iki noktanın konuyla ilgisinin olmadığını düşünebilirsiniz belki ama, şahsen kesinlikle ilgisi olduğu görüşündeyim.

Bu iki nokta için yapılan karşı açıklamalar var ama, galiba siz onlara kapalı kalmayı tercih etmiş gözüküyorsunuz ve çıkışı olmayan bir fikirler labirentinde dolaşıyorsunuz ama çıkışın olmadığını bilmiyorsunuz.

(İpucu: mâdem bir çıkış yok, kendiniz veya rastladığınız kişiler varsa birlikte bir çıkış açmayı deneyin, zorlayın 😃.
"Hayır, yanlış zannediyorsunuz bir labirent filan yok, lütfen bu konuyu takip etmeyin" diyebilirsiniz de, yine de sıkıntı yok😀)
İyi günler.
 
Açtığınız konu için tekrar teşekkürler. Herkesin aklına gelmeyen bir konu açmışsınız ve bilinmezin şahane olabileceğini düşünmüşsünüz. Ayrı bir bakış açısı, saygı duyarım. Uyarılarınız yönünde tekrar değerlendirme yapmak için tekrar gözden geçirme yapmak için zaman bulmaya çalışacağım.

Lâkin gözden kaçırdığınız noktalardan birincisi, kendi kendinize var olmadığınızın ve sınırlı bir ömre sahip olduğunuzun kesin bilgi olduğunu bilmenize rağmen öğrenilmiş gerçeklik ve varlık algısının dışına çıkarak "Ben" zamiri ile işaret edilen kişilik veya bilincinizin aslında nasıl bir varlık olduğunu veya olmadığını çok muhtemelen henüz fark edememiş olmanızdır.

İkincisi ise, ölümden sonra ne olacağı ve sizin ne olacağınız hakkında muhtemelen peşin hüküm sahibi olarak, varlık ve bilincinizin kalıcı olarak devre dışı kalacağı şeklindeki bilinen varsayımı kabûlünüzdür.

Bu iki noktanın konuyla ilgisinin olmadığını düşünebilirsiniz belki ama, şahsen kesinlikle ilgisi olduğu görüşündeyim.

Bu iki nokta için yapılan karşı açıklamalar var ama, galiba siz onlara kapalı kalmayı tercih etmiş gözüküyorsunuz ve çıkışı olmayan bir fikirler labirentinde dolaşıyorsunuz ama çıkışın olmadığını bilmiyorsunuz.

(İpucu: mâdem bir çıkış yok, kendiniz veya rastladığınız kişiler varsa birlikte bir çıkış açmayı deneyin, zorlayın 😃.
"Hayır, yanlış zannediyorsunuz bir labirent filan yok, lütfen bu konuyu takip etmeyin" diyebilirsiniz, sıkıntı yok😀)
İyi günler.
Çok güzel açıklama yapmışsın ama sıkıntı da tam da burada. Bende olduğunu düşündüğün şeyin kesinliğinden emin olmamana olamayacağına rağmen; söylediğin şeyi kendin yapıyorsun. Yani dini inancın sana neyi söylüyorsa, onu mutlak alıp onun üzerinden gidiyorsun. (Öznel bakış açısı.)

Buna cevap bulmak, dahası bulduğumuz cevaptan tatmin olmak, akıl alır gibi değil. Asıl mesele ölümden sonra sonsuza dek var olmak ya da yok olmak değil.
Cevaplar bulabiliriz ama bundan nasıl tatmin olunur? Yok artık, sen bunu nasıl başardın, bu cevaptan nasıl tatmin oldun, sen bir dahi olmalısın anlamında değil. (Tam tersi gibi bir şey.)

Anlatmaya çalıştığım şeyi özetlemeye çalışan bir şey: Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir. - Sokrates
 
Son düzenleme:
Olay belki de bilinemezliğin bilinirliğidir. Büyük zor bir sudoku gibi. Çözülmesi çok zor olsa dahi çözmek için çabalamak, gayret göstermek. Sudokuyu tam çözdüm sanarken 1 hatanın tüm doğru sandıklarımızın etkilenmesi gibi. Bilinemezlik hayatın vazgeçilmez bir parçası, belki de anlamı. Tanrı ve ölümden sonrası var veya yok, büyük bir bilinemezlik ve elbet bir gün cevap bulunacak. Günümüzde ve geçmişte bu tür bilinemezliklerin en büyük engeli de bilinemeyen her şeyi tanrıya bağlayanlardır. Bunlarla tartışmak boşa zaman kaybı, aynı attığınız video da bahsedilen gölgeleri gerçek sananlar gibi. Bir tanrının olmaması baktığımız zaman gerçekten korkunç gibi gözüküyor ama bu kavramı da insanların uydurduğunu ve 3 boyuttan daha fazla düşünemediğimizi varsayarsak pek de korkunç değil.
 
İnsan Hayatının Kutsallığı Üzerine - Hokus Pokus

Hepimiz Dünya'yı anlamaya başladığımızda, neden sorusunu sorarız mutlaka. Çocukluğun verdiği merak işte, her şeyi sorarız, hatta dini öğretileri de. Çünkü dinler bizim tercihimiz değil, yabancıyızdır o konuya. Merak ederiz. Bize atalarımızın birer örf, adet, saygınlık gibi bir öğretisi hatta çoğu zaman da dayatmasıdır. Ayak ayağın üzerine atılması, hatta büyüklerin yanında uzanarak yatmak ayıp olduğu kadar günahtır da, hatırlayın. Örf, adet, gelenek ve din harmanlanarak çocukluğumuzdan itibaren enjekte edilir, küçücük beyinlerimize. Bizler doğarken bir din seçmedik kendimize. Toplumun bizim için seçtiği din ile büyüdük. Yani bizler bir tercih yapmadık, sadece ayak uydurduk, bunca zaman. Bazıları doğduğu topluma göre yıldırıma, ateşe, taşa taptı, bazıları da Güneş'e, Ay'a veya yüce bir güce. Bu yüzden hiçbirimiz kendi kararımızı vermediğimiz için, bir zamanlar dindardık diyemeyiz. Ta ki kendi kararımızı verene kadar.

Kendi kararımızı verme yaşı 18 değildir. Bu tamamen bizim aklımızı, ne zaman ve ne kadar kullanabildiğimiz ile ilgilidir. Kendi kararımızı vermek konusunda serbest olmalıyız. Kimileri atalarının dinine bağlı kalırken, kimileri de hayatı daha farklı yaşamayı tercih edebilir. Bu tamamen, kapasite ve yaşadığı coğrafyanın, toplumsal baskısına bağlı bir durum. Siz dini sorgulayanlar veya dini tanımayanlar, yani atalarının dini ile doğanlar. Ben dinden çıktım diyemezsiniz. Çünkü siz dine kendi kararınızla hiçbir zaman girmediniz. Siz doğduktan sonra, size bir din seçildi. Fakat bu sizin kararınız değildi ve bu durumda siz sorumlu değilsiniz. Ne zamanki dininizi sorgulamaya başladınız, işte o zaman kendi kararınızı vermeniz için hazırsınız demektir.

Peki bu sorgulama nedir, nasıl olmalıdır? Çevremdeki dindar kişilere, dinini sorguladın mı diye sorarım. Aldığım cevap evet oluyor. Nasıl diye sorduğumda, o din ile alakalı kitapları okuduğunu, sohbetlere katıldığını, o dinin temsilcisinin soyundan gelenlerin hayat hikayesini okuduğunu, din üzerine yazılmış kaynakları incelediğini, dini videolar izlediğini anlatmakta. Fakat burada yanlış olan bir şey var. Siz dini sorgulamıyor, sadece dininizi öğreniyorsunuz. Sorgulama demek, alternatifleri ile karşılaştırmak ve mantık yürüterek akla yatan doğru kararı vermektir. Hiçbir etki altında kalmadan. Sizin yaptığınız, inandığınız dini araştırmak ve öğrenmektir, sorgulamak değil.

Dinden çıkmak mı? Bu çok saçma bir söz! Hayır, biz dine hiç girmedik aslında, sadece topluma ayak uydurduk. İnsan özgürdür ve yaşadığı olaylar sonucunda fikirleri ve hayatları değişebilir. Bugün mantıklı gelen, yarın mantıklı gelmeyebilir. Bu o anki psikolojilerine bağlıdır. Bazıları sevdiklerini kaybederken dinine sıkı sıkı sarılır iken, bazıları aynı olayı yaşadığında tüm inançlarını kaybeder. Bu yüzden kimse yargılanmamalıdır. Unutmayın, insanoğlu özgür düşünceler ve boş bir beyin ile doğmuştur.

Deist [Thomas Jefferson] - Bize yaşam veren Tanrı, aynı anda bize özgürlükte verdi.

Hangi partiye oy vereceğimiz vicdan meselesi ve bizim özelimiz ise, din de böyle olmalıdır. O bizim özelimizdir ve gizli kalmalıdır. Çünkü din, vicdan meselesidir, sadece bireyin kendisini ilgilendirir.

Mustafa Kemal Atatürk - Din bir vicdan meselesidir, herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.

Sorgulayan bir insan olarak bir dine girmek için söylenen sihirli sözler, bana bir sihirbazın şapkadan tavşan çıkarmak için söylediği "hokos pokus" tan daha farklı ve özel gelmiyor. Her büyük dinin bu türden "hokus pokus" sözü vardır. Bunu söylediğinizde o dine girmişsinizdir demek oluyormuş. Çocukça! Doktorculuk oynamak gibi bir şey aslında.

Her söylenen gerçek olsaydı, hiç yalan diye kelime olmazdı hayatımızda. Her söylenen "hokus pokus" sözü kabul ve gerçek oluyorsa ve de eğer Tanrı bizi bu söz ile yargılıyorsa. O zaman diyorum ki, Tanrı'm, "hokus pokus." Sadece beni cennete gönder, geri kalanların canı cehenneme. Sizce Tanrı'nın bu sözleri dikkate alma ihtimali var mı?

Tüm kutsallıklardan daha üstün bir kutsallık vardır ki, o da hayattır. İnsan hayatı kutsal bir amaç için yaşayabilir ama kutsal bir amaç için feda etmemeli. Evren'deki en kutsal şey hayattır. Ondan daha üstünü, daha kutsalı yoktur. Tanrı da kişiye kutsaldır ve sadece akıl yolu ile bulunabilir. Fakat Tanrı için bile olsa, hiçbir hayat feda edilmemeli. Çünkü Tanrı, kendisi için feda edilecek hayatı zaten yaratmaz. Tanrı, yaşam hakkı verdiği canlıya böyle bir haksızlığı ve sadistliği hiçbir zaman yapmaz. Kendisine feda edilecek hayatı bekleyen Tanrı, Tanrı değildir. Tanrı için hayat feda eden ise, insan değildir. İnsan, Tanrı için öldürmemeli, Tanrı için yaşatmalıdır, hem de yaşatabildiği kadar. O yaşayabildiği kadar yaşamalıdır. Bu ona Tanrı tarafından verilmiş kutsal haktır. Canlılık içerisinde en kutsal hayat ise, insan hayatıdır. İnsan yoksa Tanrı da yoktur. Bu yüzden insan hayatının kutsallığı, aslında Tanrı'nın kutsallığıdır.

Düşünün hiçbir canlının, hayatın, felsefenin olmadığı bir Evren. Boş ve anlamsızca durmuyor mu? Buz gibi ve karanlık! Hiçbir şey ifade etmiyor. Binlerce büyük patlama olsa da kimin umurunda veya inananlar için binlerce cennet olsa da kime ne faydası var? Varlığımız ise, bu Evren'i keşfediyor ve yorumluyor.

(Bunları yazarak yeni konu açtım ve sakıncalı olarak görülüp kaldırıldı.) Bayanlar ve baylar: Sizce herhangi bir sakıncası var mı?

@494722

 
Son düzenleme:
Son mesajıma dikkat çekmek istiyorum. Dostum sence sakıncası varmı?
Dinin ilk öğretisi sorgulamamaktır. Bu inançla doğduğumuz için Kuranı Türkçe değil Arapça okuturlar. Türkçe okuduğumuzda bir hocaya sor derler. Günün sonunda aldığın cevaplar seni tatmin eder ve iyi bir mümin olarak yaşadığını sanırsın.

Dini sorgulamak ya da araştırmak çok zordur. Unutma, çünkü "Allah taş eder" çocukluğumuzda bu cümleyi o kadar çok duyduk ki. O yüzden ibatelerini yapan Allaha sevgisinden değil korkusundan yapar.

Bir gün Kuranı Türkçe okumaya karar verdiğimde, resmen beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü benim annem çocuk gelin diyebileceğim bir yaşta (14) evlenmiş ve mutlu, huzurlu olmadığı bir evlilik geçirmiş. Kuranda okuduğum bölümlerde kadınlar o kadar çok ötekileştiriliyordu ki, o an sorgulamaya, araştırmaya karar verdim. Çünkü benim için annem değerlidir, annem kadındır, o zaman tüm kadınlar benim için değerlidir.

Çok basit bir düz mantık ile başladı benim bu serüvenim. Umut ediyorum belki bazı kişilerin bir yerde beklediği ya da bu çok saçma diyeceği bir an olur ve karar verir. Çünkü Tanrı doktrininden kurtulan ilk milletin bilimi keşfetmesi mucize değil, eleştirel aklın üründür.

Ama dediğim gibi, inanç sisteminden inançlı birinin kopması çok zordur. Kimse cennetinden ya da Allah sevgisinden mahrum kalacağı için değil, cehennem ve yanma korkusu yüzünden araştırmayı istemez. Şu an sen ve ben aslında inanılan dinin nasıl ayakta tutulduğunu görüyoruz ama onlar gözünü açmadıkça biz onlara gösteremeyiz. Ama mücadeleye devam dostum, onlar için!
 
Son düzenleme:

Technopat Haberler

Geri
Yukarı