Biz neden yaşıyoruz?

Yaşama amacımız nedir? Dünyaya bi' kere gelmiyor muyuz? Peki geliyorsak yaşadığımız süre boyunca yaptığımız her şey boşa gidecek. O zaman ne diye yaşıyoruz?
Bunu güzelce anlatabilecek birilerine ihtiyacım var. Cennet Cehenneme bağlamadan, dini bu konuya katmadan.
Eğer insanların bireysel yaşama amacının ne olduğu soruluyorsa cevabı çok değişik şekillerde verilebilir. Fakat yeryüzünde insanların toplum hayatı gözlemlenirse şunlar fark edilebilir: İnsanlar biyolojik çoğalma ile hayata katılmaktadırlar ve bu durum her insan için sadece bir kez gerçekleştiği için, hayattan ayrılan insanların yerine geçmektedirler. İnsanların doğada tek başlarına yaşamaları mümkün olmadığı için avcılık veya toplayıcılıktan sonra yerleşik hayata geçmeleri gerekmiş ve bu yüzden de yeryüzünde insan medeniyeti inşa edilmiştir. İnsan medeniyeti bütün ülkelerde toplumlar tarafından ve toplumlar da aileler tarafından kurulduğu için yetişkin ve sağlıklı bireylere toplumun verdiği nihaî görev, birer aile kurmaları yönündedir. İnsanların yaşadıkları süre boyunca yaptığı hiçbir şey aslında boşa gitmemektedir, doğrudan veya dolaylı olarak, bir şekilde, toplumun sürdürülmesi için gerekli sayısız işlem basamaklarından birine karşılık gelmektedir. İnsanların bireysel olarak birbirinden farklı hayat amaçları olsa da, toplam etki olarak, aslında bulundukları toplumun sürdürülebilmesi için gerekli olan hizmet veya üretim gücünü sağladıkları görülmektedir. O zaman insanların ayrı ayrı bireysel amaçları olsa da aslında birlikte sadece toplumun sürekliliğini sağlamak için yaşadıkları yâni gelecek kuşaklar için yaşadıkları sonucuna varılabilir. Elbette bireysel olarak toplumun geleceğini sağlamak için yaşadığını ifade edenler olmaz ama toplum olarak yaşamanın getireceği toplam sonuç herhalde bu olsa gerektir.
 
Son düzenleme:
Bu aralar herkesler böyle, yakında kıyamet kopacak. İnsanlar gitgide kötüleşiyor ( bu cümleyi sizin için söylemedim Allah'a küfür edenler için vb sosyal medyalarda bile saçma sapan gönderiler atıyorlar)
 
Bu konuyu farklı bir açıdan uzun süre düşündüm. Neden yaşıyoruz sorusu bence kişiye göre değişir. Benim yaşama amacım, zevk aldığım tecrübeleri deneyimlemek. Bu gittikçe daha zor, daha imkansız geliyor Türkiye'de. Ülkemizde eğlence, zengin işi olarak tanımlanıyor. Eğlence, günah, haram, şarlatanlık gibi etiketlerle siliniyor. Yaşlı kesim, yaşayamadığı gençliğinin acısını şimdi ki gençlerden çıkartıyor. Benim basit zevklerim var. Birkaç örnek vermem gerekirse, arkadaşlarımla video oyunları oynamak. Sinemaya gitmek, sakin motor gezileri, sanatın birkaç dalı, uzay bilimleri.

Motor gezisi için ülkemiz çok riskli. Eğer riskleri sürüş yeteneğimle azaltabilseydim bile, motor fiyatları çok uçtu. Almak istediğim motor fiyatı 15.000 TL civarındayken çalışmaya başladım. Hesaplarıma göre 7,5 ay içerisinde satın alabilecektim. Her geçen ay, ekstra bir ay daha çalışmam gerekti. Dolar kuru aynı olmasına rağmen, satın almak istediğim motor fiyatı her ay yükseldi. Şu an fiyatı 32.000 TL civarında. İki katından fazla.

Video oyunlarına gelecek olursak, zar zor bilgisayar topladım. Türkiye'de birçok oyuncudan iyi bir sistemim olmasına rağmen beni alırken bir hayli zorladı. Birlikte oyun oynamayı çok sevdiğim bir arkadaş grubum var. CoD'un yeni oyunu çıktığı zaman oynamak için sözleştik, çok büyük hype ile oyunu bekliyoruz. Fiyatı açıklandıktan sonra (599 TL) oyunu almak için para biriktirmeye çalıştım. Birçok gider var. İnternet, bilgisayar ödemesi, telefon gideri vb. bu giderlerin yanında, o fiyatta bir oyun alabilecek durumda değildim. Arkadaşlarım (ikisi Fransa'da yaşıyor, bir kişi Türkiye'de) üst paketten oyunu satın alıp oynadılar. Beni çağırdıklarında sürekli bahaneler üretmem gerekti. Olay basitçe şöyle gelişti: Onlar sözleştiğimiz oyuna gelmemde ısrar ettiler, bende o kadar vaktim olmadığını zaten oyunu çok da beğenmediğimi söyledim. O sırada F2p oyunları oynuyordum. Ya da daha önceden satın aldığım BF1 tarzı oyunları. Arkadaşlarım oyunda olduğum görünce, onlarla daha fazla takılmak istemediğimi düşünmüş olmalılar ki bir daha yazmadılar. Bende yazıp farklı oyuna çağırmadım açıkçası. İlk iki ay sürekli oyundalardı.
Herkesin tecrübeleri farklıdır, benim ülkemin ekonomisinden dolayı en eziklendiğim durum buydu. (belki de benim ekonomik standartlarımdan dolayıdır.)

Sanat konusuna girmek istemiyorum bile. Ülkemizde sanat para kazandırmaz, hobi veya boş zamanlarda birkaç karalama yapmak olarak görülüyor. Ne yazık ki ülkemiz melankoli, dram ve arabesk içinde boğulmuş. İnsanlarımız gülmeyi, eğlenmeyi ve kaliteli vakit geçirmeyi unutmuş.

Uzay bilimleri hakkında yorum dahi yapmayacağım.

Kısacası, ben şu an sadece vakit geçirmek için yaşıyorum. Sizi bilmem ama bu ülkede yaşamaya devam ettikçe böyle olacak gibi. Bu ülkede kendime ait bir yer bulamadım. Üzülerek belirtmek istiyorum ki bu ülke adına bir umudum da kalmadı. Ben 25 yaşındayım. Bu yaşlarımda yapamadığım gençlik "işlerini" 40,45 yaşlarımda mı yapabilecek duruma geleceğim? Böyle batıkta olan bir ekonomi, böyle batıkta olan zihniyetler ve sosyal etkinlik kaç yılda düzeltilebilir ki?
Üzgünüm beyler, kaybettik.
 
İçgüdü vardır. Yukarıdaki örneklere bile baksanız anlarsınız. Yukarıda da demişim zaten "akıl ile içgüdü bambaşka bir konu" diye.

Diğer mesajlarınız da güdü falan anlatmışsınız. Ben mesajımda güdüden değil, içgüdüden bahsettim. İkisi farklı şeyler.

İnsanın da hayvan olduğunu kaç defa söyleyeceğim?

Konu Din falan değil. Bu mesajınızı, cümlenizi veya belirtmenizi gereksiz buluyorum.

Hocam ben insanı hayvan olarak görüyorum, siz hayvandan ayrı. İkimiz zıt düşüncelerde yüzüyoruz. Benim anlattığım benim kabul ettiğim "İnsan Hayvandır" metodunu kabul edenler için mantıklı, sizin gibi düşünenler için akıl kurcalayıcı olur. İnsan olgunlaşma çağına gelsin, gelmesin içgüdüleri hep vardır. Sizin dedikleriniz akıl ve içgüdü. Benim dediğim hayvansal içgüdü. Mesela acıktığımız zaman (fazlasıyla) koku, ses duyumuz hassaslık kazanır ve beyin yemek arama, hayatta kalma moduna geçer. Kısacası fikir çakışması olduğu sürece birbirimizi anlayamayacağız.

Evet, biraz eksik belirtme kullanmışım. Ancak tartışmada artık ne anlatmak istediğimi az çok anlamışsınızdır. Ona göre tartışmayı yürütelim :)

Çok değişken cevaplar verilebilir. Başka bir zaman bu konuyu tartışırız :)

Saygılar hocam.
@377660, cevabınız için teşekkürler. Bu forumdaki konu başlığı "Biz neden yaşıyoruz?" olmasına rağmen üyelerin cevapları kimi zaman, bağlantılı olsa da başka konuları tartışmaya yol açabiliyor. Bunun sebebine önceki cevabımda kısaca kavram kargaşası sorunu olarak değinmiştim.

İçgüdü kavramı da biraz böyle olduğu için ayrı bir konu açılsa daha yararlı olabilir diye düşünmekteyim. Farkındaysanız (1) numaralı alıntı sahibi, insanlarda cinsel içgüdü olamayacağını cinsel güdü olabileceğini belitrmiştir, bu yüzden de insan türünün biyolojik çoğalmasının hayvanlar gibi içgüdüsel sayılamayacağına kısmen işaret etmiştir. (4) ve (5) numaralı alıntıları ise içgüdü ile olan farkları anlamaya yardımcı olsunlar diye eklemiştim. Yâni sizin, "insanların içgüdüsel olarak türlerini devam ettirirler ifadeniz", "insanları da hayvanlar aleminde saydığınız için" bilimsel doğru gibi gözüküyor ama öyle saymış olmasaydınız doğru olmayacaktı. O yüzden (1) numaralı alıntı ile ulaşılabilecek olan sonuç bu defa doğru gözüküyor olacaktı. İşte bu yaklaşımlar ve varsayımlar sebebiyle tartışma bitemiyor.:(
İnsan türünün sınıflandırma olarak hayvanlar aleminde gösterilmesi, sizin belirttiğiniz gibi bilimseldir veya daha doğrusu evrim-bilimseldir ama bu, onun tercih edilen sınıflandırma sistemine göre bir varsayım olduğu durumunu ortadan kaldırmıyor. Daha farklı canlı sınıflandırma sistemleri geliştirilirse, insan denen canlının yeni sınıflandırmada konumu daha farklı olabilir. Şu anda mevcut olan olanı benimsemek ve bunu baz alarak hüküm vermek aslında bilimsel bir zorunluluk olmayıp tamamen tercih sorunudur. Çünkü bilimsel standardlar, ölçüler, sınıflandırmalar zamanla değişebilir, yenileri geliştirilebilir, icat edilebilir. Bunu anlamak için etkili bir örnek şudur: "Artık yeni hiçbir şey yok . İcat edilebilecek her şey icat edildi. Charles Duell - Amerikan Patent Dairesi Başkanı, 1899." 2022 senesinde yâni 123 sene sonra Charles Duell kimbilir kaçıncı kez haksız çıkmıştır?
Ben de size saygılar hocam diyerek bitiriyorum.:)



 
@377660, cevabınız için teşekkürler. Bu forumdaki konu başlığı "Biz neden yaşıyoruz?" olmasına rağmen üyelerin cevapları kimi zaman, bağlantılı olsa da başka konuları tartışmaya yol açabiliyor. Bunun sebebine önceki cevabımda kısaca kavram kargaşası sorunu olarak değinmiştim.

İçgüdü kavramı da biraz böyle olduğu için ayrı bir konu açılsa daha yararlı olabilir diye düşünmekteyim. Farkındaysanız (1) numaralı alıntı sahibi, insanlarda cinsel içgüdü olamayacağını cinsel güdü olabileceğini belitrmiştir, bu yüzden de insan türünün biyolojik çoğalmasının hayvanlar gibi içgüdüsel sayılamayacağına kısmen işaret etmiştir. (4) ve (5) numaralı alıntıları ise içgüdü ile olan farkları anlamaya yardımcı olsunlar diye eklemiştim. Yâni sizin, "insanların içgüdüsel olarak türlerini devam ettirirler ifadeniz", "insanları da hayvanlar aleminde saydığınız için" bilimsel doğru gibi gözüküyor ama öyle saymış olmasaydınız doğru olmayacaktı. O yüzden (1) numaralı alıntı ile ulaşılabilecek olan sonuç bu defa doğru gözüküyor olacaktı. İşte bu yaklaşımlar ve varsayımlar sebebiyle tartışma bitemiyor.:(
İnsan türünün sınıflandırma olarak hayvanlar aleminde gösterilmesi, sizin belirttiğiniz gibi bilimseldir veya daha doğrusu evrim-bilimseldir ama bu, onun tercih edilen sınıflandırma sistemine göre bir varsayım olduğu durumunu ortadan kaldırmıyor. Daha farklı canlı sınıflandırma sistemleri geliştirilirse, insan denen canlının yeni sınıflandırmada konumu daha farklı olabilir. Şu anda mevcut olan olanı benimsemek ve bunu baz alarak hüküm vermek aslında bilimsel bir zorunluluk olmayıp tamamen tercih sorunudur. Çünkü bilimsel standardlar, ölçüler, sınıflandırmalar zamanla değişebilir, yenileri geliştirilebilir, icat edilebilir. Bunu anlamak için etkili bir örnek şudur: "Artık yeni hiçbir şey yok . İcat edilebilecek her şey icat edildi. Charles Duell - Amerikan Patent Dairesi Başkanı, 1899." 2022 senesinde yâni 123 sene sonra Charles Duell kimbilir kaçıncı kez haksız çıkmıştır?
Ben de size saygılar hocam diyerek bitiriyorum.:)
Siz, insanları hayvan olarak görmemize katılmıyorsunuz (medeniyet kurabildikleri için) fakat gerçekten insanları *içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor. İstediği kadar büyük ve güzel bir medeniyet kurmuş olsun yine de içgüdülerine yenik düşebilir. Örnek: Evli/İlişki sahibi insanların eşlerini aldatması, bir erkek evli bile olsa hoşlandığı cins ile bir temas içerisine girdiğinde ona cinsel çekim duyar. Testosteron seviyesi gereken düzeyde bir erkeği çok hoşlanacağı bir kadının yanına koyarsanız onunla birlikte olmak isteyecektir fakat ejakülasyon anından itibaren büyük bir pişmanlık duymaya başlar çünkü çiftleşme/üreme güdüsünü yerine getirmiş artık mantığına dönmüştür. En başından mantığıyla kalabilseydi eşini aldatmamış olacaktı. Aldatma pişmanlığı ilişki sırasında neden gelmez? Çünkü o sırada hormonların tarafından yüksek derecede üremen için baskılandığın için. Büyük medeniyetler bile kursan hormonlarından kaçamıyorsun. Siz eşinizi asla aldatmayacağınızı söyleyebilirsiniz ve gerçekten hiç aldatmayacak olabilirsiniz fakat birbirlerini aldatan milyonlarca insan olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz. Aldatmanın en büyük açıklamalarından birisi de "bir anda oldu"'dur. Hayvanlar yakıştırması yapamadığınız insanların gerçekten hayvansal içgüdüleri vardır. İnancınız yüzünden reddetmenizi veya kabul etmek istememenizi anlayabiliyorum fakat objektif olmak sizin yararınıza olacaktır. İyi günler dilerim. 😃
 
Son düzenleme:
@Orion Nebula, çok faydalı katkınız için teşekkürler. Fakat bu forumdaki asıl konu başlığı “Biz neden yaşıyoruz?” olmasına rağmen, bağlantılı olsa da üzerinde uzlaşma değil hâlâ tartışma devam eden ve bu yüzden de hakkında başka konu açılsa daha iyi olacağını düşündüğüm içgüdü kavramı üzerinden giderek devam ettiniz. Yine de bunun başka getirileri olduğunu gördüm ve dikkatinize çekmek isterim ki, sizin pek de tahmin etmediğiniz sonuçları olabilir:)

(1) “Gerçekten insanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor.” İfadeniz o kadar üretken bir ifadedir ki, sizin bu ifadeniz

(a) Eşlerini aldatan erkekler için mükemmel bir savunma ve masumiyet gerekçesi oluşturur ve bu pişkin erkekler karılarına “Hayatım bak, suç benim değilmiş, bak bilim de öyle söylüyor, ben aslında masummuşum, suç bende değil o edepsiz testosteronlarımdaymış.” dediklerinde karıları da cevaben “Tamam hayatım senin masum bir kedicik gibi olduğuna şimdi bilimsel olarak iyice ikna oldum, sıkma canını olur böyle şeyler ama arada bir eve döndüğünde beni de unutma, olur mu?” derlermiş:)(Meselâ yâni!)

(b) Bütün insanlık için faydalı, harika ve devrimsel bir bilimsel suç önleme yöntemini bize müjdeler ve dünya çapında her ülkede hükümetlerin kurduracağı çok sayıda testosteron düşürme merkezlerinden hizmet alacak yetişkin erkekler bundan kelli tecavüze kalkışma veya tecavüz etme illetinden kurtularak masum kız ve kadınların peşinde erkek Mart kedileri gibi seyirtmekten vazgeçerler ve bu meş’um suç bir daha gelmemek üzere insanlık tarihinden silinip gider. Nobel ödülü için bir şey diyemem ama muhtemelen 2022 yılı Hindistan devlet nişanı, her yıl azgın Hint erkek sürüleri tarafından tecavüze uğrayan veya muhtemelen ileriki yıllarda buna uğrayabilecek Hint kadın kurbanların veya kurban adaylarının ailelerinin şükranlarını temsilen size verilebilir:) (Bu bir Zaytung müjdesi değildir!)

(c) Bazı ülkelerde kadınların yoğun isteği üzerine bu harika yöntem, optimum modifikasyondan sonra yetişkin erkek sürüleri için zorunlu tutularak erkeklerin sadakatsizlik illeti kökünden kurutulabilir ve kutsal aile yuvalarında artık sevgi dolu bir huzur egemen olur:) Bu vesile ile de yuvaları kemiren çirkin fuhuş sektörünün de belinin kırılması fevkâlâde memnuniyet verici bir yan sonuç olacaktır! Artık sadakatsizlik tarihe karışacağı için dizi ve film senaristleri buna önce çok kızacaklar ama sonra alışıp ona göre senaryolar yazacaklardır:)

(2)İnsanların gerçekten hayvansal içgüdüleri vardır.” ifadeniz için akla uygun örnekler varsa bilmek isteriz. Başka canlılar için en çarpıcı içgüdü örneklerden biri, bal arılarının öğrenilmemiş olarak yâni doğuştan sergiledikleri altıgen petek deseni ile arı kovanı oluşturma davranışıdır. Dünyadaki bütün insanların da öğrenilmemiş olarak sergiledikleri davranışlar yâni içgüdüler neler olabilir acaba?

Objektif olmak elbette benim yararımadır ve öyle olmaya inanılmaz derecede gayret gösterdiğimden emin olabilirsiniz. Konuya biraz gizem katacak ama değinmeden de geçemeyeceğim doğrusu: Objektif gerçek bize daima olması gerekeni gösterir gibidir ve öyledir de ama maalesef bir de adı sanı hiç duyulmamış bir ultra-objektif gerçeklik vardır ki, resmen, ünlü Matriks filmindeki ikonik “mavi hap mı kırmızı hap mı” seçimine benzediği için, onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim! Sağlıkla ve neşeyle kalın:)
  • (Not: Hoşgörülü olduğunuzu umarak, biraz da eğlenelim tarzında yazdım. Amacım asla kötü değildir. Asıl cevabımı daha sonra yazacağım.)
 
Son düzenleyen: Moderatör:
@Orion Nebula, çok faydalı katkınız için teşekkürler. Fakat bu forumdaki asıl konu başlığı “Biz neden yaşıyoruz?” olmasına rağmen, bağlantılı olsa da üzerinde uzlaşma değil hâlâ tartışma devam eden ve bu yüzden de hakkında başka konu açılsa daha iyi olacağını düşündüğüm içgüdü kavramı üzerinden giderek devam ettiniz. Yine de bunun başka getirileri olduğunu gördüm ve dikkatinize çekmek isterim ki, sizin pek de tahmin etmediğiniz sonuçları olabilir:)

(1) “Gerçekten insanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor.” İfadeniz o kadar üretken bir ifadedir ki, sizin bu ifadeniz

(a) Eşlerini aldatan erkekler için mükemmel bir savunma ve masumiyet gerekçesi oluşturur ve bu pişkin erkekler karılarına “Hayatım bak, suç benim değilmiş, bak bilim de öyle söylüyor, ben aslında masummuşum, suç bende değil o edepsiz testosteronlarımdaymış.” dediklerinde karıları da cevaben “Tamam hayatım senin masum bir kedicik gibi olduğuna şimdi bilimsel olarak iyice ikna oldum, sıkma canını olur böyle şeyler ama arada bir eve döndüğünde beni de unutma, olur mu?” derlermiş:)(Meselâ yâni!)

(b) Bütün insanlık için faydalı, harika ve devrimsel bir bilimsel suç önleme yöntemini bize müjdeler ve dünya çapında her ülkede hükümetlerin kurduracağı çok sayıda testosteron düşürme merkezlerinden hizmet alacak yetişkin erkekler bundan kelli tecavüze kalkışma veya tecavüz etme illetinden kurtularak masum kız ve kadınların peşinde erkek Mart kedileri gibi seyirtmekten vazgeçerler ve bu meş’um suç bir daha gelmemek üzere insanlık tarihinden silinip gider. Nobel ödülü için bir şey diyemem ama muhtemelen 2022 yılı Hindistan devlet nişanı, her yıl azgın Hint erkek sürüleri tarafından tecavüze uğrayan veya muhtemelen ileriki yıllarda buna uğrayabilecek Hint kadın kurbanların veya kurban adaylarının ailelerinin şükranlarını temsilen size verilebilir:) (Bu bir Zaytung müjdesi değildir!)

(c) Bazı ülkelerde kadınların yoğun isteği üzerine bu harika yöntem, optimum modifikasyondan sonra yetişkin erkek sürüleri için zorunlu tutularak erkeklerin sadakatsizlik illeti kökünden kurutulabilir ve kutsal aile yuvalarında artık sevgi dolu bir huzur egemen olur:) Bu vesile ile de yuvaları kemiren çirkin fuhuş sektörünün de belinin kırılması fevkâlâde memnuniyet verici bir yan sonuç olacaktır! Artık sadakatsizlik tarihe karışacağı için dizi ve film senaristleri buna önce çok kızacaklar ama sonra alışıp ona göre senaryolar yazacaklardır:)

(2)İnsanların gerçekten hayvansal içgüdüleri vardır.” ifadeniz için akla uygun örnekler varsa bilmek isteriz. Başka canlılar için en çarpıcı içgüdü örneklerden biri, bal arılarının öğrenilmemiş olarak yâni doğuştan sergiledikleri altıgen petek deseni ile arı kovanı oluşturma davranışıdır. Dünyadaki bütün insanların da öğrenilmemiş olarak sergiledikleri davranışlar yâni içgüdüler neler olabilir acaba?

Objektif olmak elbette benim yararımadır ve öyle olmaya inanılmaz derecede gayret gösterdiğimden emin olabilirsiniz. Konuya biraz gizem katacak ama değinmeden de geçemeyeceğim doğrusu: Objektif gerçek bize daima olması gerekeni gösterir gibidir ve öyledir de ama maalesef bir de adı sanı hiç duyulmamış bir ultra-objektif gerçeklik vardır ki, resmen, ünlü Matriks filmindeki ikonik “mavi hap mı kırmızı hap mı” seçimine benzediği için, onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim! Sağlıkla ve neşeyle kalın:)
  • (Not: Hoşgörülü olduğunuzu umarak, biraz da eğlenelim tarzında yazdım. Amacım asla kötü değildir. Asıl cevabımı daha sonra yazacağım.)
Cevabın için teşekkürler. A,B,C maddelerine yanıt vereceğim: Ben insanların içgüdüleri vardır ve bu içgüdüleri yüzünden onların yaptıkları eylemleri yüzünden yargılanmasınlar veya suçsuz kabul edilsinler demedim. Eğer karını aldattıysan, eğer birisine tecavüz ettiysen tabii ki suçlusun çünkü hormonların seni çiftleşmeye ne kadar iterse itsin sen bu duruma engel olacak güce ve akla sahipsin. Buna en iyi örnek intihar etmektir. Sen intihar edeceğin zaman hayatta kalma içgüdün devreye girer ve elinden geldiği şekilde seni intihar etmemen için baskılar fakat aklını kullanabilen bir insan durumun farkına varır ve içgüdülerini baskılayıp intihar edebilir (Bir çatıya çıkıp aşağıya baktığında intihar etmeyi düşünüyorsan içini büyük bir korku sarar ve oradan atlamaman için vücudun sana engel olmaya çalışır fakat vücudunun kontrolü sendedir, sen kendini oradan atmak istersen atabilirsin. İntihar eden insanlardan anlaşılacağı üzere o çatıdan kendini bırakabiliyorsun. 😀). Evet içgüdülerimiz bizi etik olmayan davranışlara sürükleyebilir fakat bu aksiyonları alıp almamak bizim elimizdedir. A, B, C maddelerine yanıtım budur.

Diğer soruna (2) cevap vermek isterim küçük bir örnekle: Beklenmedik durumlarda kendimizi koruma içgüdümüz (reflekslerimiz) devreye girer. Mesela bir parkta otururken hiç beklemediğiniz anda yüzünüze bir top gelirse vücudunuz istemsizce elleriniz ile yüzünüzü korur. Tehlike sezdiğinde sadece hayvanlar değil insanlarda kendilerini istemsizce korurlar. Peki vücudumuz neden ellerimizi yüzümüze götürdü ki? Belki tehlike olarak algılamıştır o topu o yüzden kendini korumak istemiştir. Arılar örneği vermeniz aklımda bir merak uyandırdı. Bu altıgen şekil olayını Nurcu Youtube Ateist Çürütücü insanlar örnek veriyorlardı, bir videolarını izlerken görmüştüm. Argümanlarınızın bir kısmını oradan alıyorsanız ben de arılarla ilgili argümanınıza olabilecek bir yanıt olarak bunu bırakıyorum. Biraz eğlenmek için bunu bir Tanrı'ya veya Allah'a bağlayalım. Arılara bu güdüyü veren Allah'ın jeoloji hakkında hiç bilgi sahibi olmaması garip geliyor bana. Örnek: Nahl 15, biz dağları depremlerden korusun diye yarattık. Biraz jeoloji biliyorsanız dağların depremleri engellemediği hatta dağlık alanların ovalara göre daha fazla deprem yaşandığını bilirsiniz. Her ayetin binlerce farklı yorumu, meali var bu yüzden başkası gelip bunu farklı yorumlayabilir. Koskoca kainatı yaratan yaratıcının bunu bilmeme ihtimali var mı? Demek istediğim şey: arıların altıgen petek yapabilmesini Allah'a bağlayalım iyi hoş fakat kuran dediğimiz kitabın tonca çelişkisi var bilim ile. Arıların bu davranışını görüp sizin yaratıcınızın varlığını kabul etseniz veya iman etseniz bile karşınıza hemen bir çelişki çıkarabiliyoruz. Bunları görmezden gelmek biraz da kendinizi kandırmak değil midir? @IBM 3090 VF
 
Cevabın için teşekkürler. A,B,C maddelerine yanıt vereceğim: Ben insanların içgüdüleri vardır ve bu içgüdüleri yüzünden onların yaptıkları eylemleri yüzünden yargılanmasınlar veya suçsuz kabul edilsinler demedim. Eğer karını aldattıysan, eğer birisine tecavüz ettiysen tabii ki suçlusun çünkü hormonların seni çiftleşmeye ne kadar iterse itsin sen bu duruma engel olacak güce ve akla sahipsin. Buna en iyi örnek intihar etmektir. Sen intihar edeceğin zaman hayatta kalma içgüdün devreye girer ve elinden geldiği şekilde seni intihar etmemen için baskılar fakat aklını kullanabilen bir insan durumun farkına varır ve içgüdülerini baskılayıp intihar edebilir (Bir çatıya çıkıp aşağıya baktığında intihar etmeyi düşünüyorsan içini büyük bir korku sarar ve oradan atlamaman için vücudun sana engel olmaya çalışır fakat vücudunun kontrolü sendedir, sen kendini oradan atmak istersen atabilirsin. İntihar eden insanlardan anlaşılacağı üzere o çatıdan kendini bırakabiliyorsun. 😀). Evet içgüdülerimiz bizi etik olmayan davranışlara sürükleyebilir fakat bu aksiyonları alıp almamak bizim elimizdedir. A, B, C maddelerine yanıtım budur.

Diğer soruna (2) cevap vermek isterim küçük bir örnekle: Beklenmedik durumlarda kendimizi koruma içgüdümüz (reflekslerimiz) devreye girer. Mesela bir parkta otururken hiç beklemediğiniz anda yüzünüze bir top gelirse vücudunuz istemsizce elleriniz ile yüzünüzü korur. Tehlike sezdiğinde sadece hayvanlar değil insanlarda kendilerini istemsizce korurlar. Peki vücudumuz neden ellerimizi yüzümüze götürdü ki? Belki tehlike olarak algılamıştır o topu o yüzden kendini korumak istemiştir. Arılar örneği vermeniz aklımda bir merak uyandırdı. Bu altıgen şekil olayını Nurcu Youtube Ateist Çürütücü insanlar örnek veriyorlardı, bir videolarını izlerken görmüştüm. Argümanlarınızın bir kısmını oradan alıyorsanız ben de arılarla ilgili argümanınıza olabilecek bir yanıt olarak bunu bırakıyorum. Biraz eğlenmek için bunu bir Tanrı'ya veya Allah'a bağlayalım. Arılara bu güdüyü veren Allah'ın jeoloji hakkında hiç bilgi sahibi olmaması garip geliyor bana. Örnek: Nahl 15, biz dağları depremlerden korusun diye yarattık. Biraz jeoloji biliyorsanız dağların depremleri engellemediği hatta dağlık alanların ovalara göre daha fazla deprem yaşandığını bilirsiniz. Her ayetin binlerce farklı yorumu, meali var bu yüzden başkası gelip bunu farklı yorumlayabilir. Koskoca kainatı yaratan yaratıcının bunu bilmeme ihtimali var mı? Demek istediğim şey: arıların altıgen petek yapabilmesini Allah'a bağlayalım iyi hoş fakat kuran dediğimiz kitabın tonca çelişkisi var bilim ile. Arıların bu davranışını görüp sizin yaratıcınızın varlığını kabul etseniz veya iman etseniz bile karşınıza hemen bir çelişki çıkarabiliyoruz. Bunları görmezden gelmek biraz da kendinizi kandırmak değil midir? @IBM 3090 VF
*Alıntıdır*

dağlar depremi engeller mi?

iddia: kur’an’da dağların depremi engellediği söyleniyor oysa bilim bunun tam tersini “dağların olduğu yerde daha fazla deprem olduğunu” söylüyor

söz konusu iddia her ne kadar “bunu bilim söylüyor” şeklinde öne sürülse iddianın asıl sahibi jeolog celal şengör. kendisi yıllar önce katıldığı bir programda bir öğrenci ile girdiği münakaşa da şöyle diyor;

“ben bilim adamı olarak din kitaplarının kainat, dünya hakkında yazdıklarına bakıyorum yanlış. mesela diyor ki biz dağları, karaları zelzeden korusun diye yarattık, oysa tam tersine dağların olduğu yerde müthiş zelzele olur”(1)

celal şengör’ün iddiası bu şekilde, açıklamaya geçmeden önce söz konusu kur’an ayetlerini de verelim;

sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. insanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.(nahl 15-16)

onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik. (enbiya 31)

allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. (lokman 10)

celal şengör’ün de belirttiği gibi kur’an’da dağların sarsıntıları engellediği yönünde ayetler bulunuyor. peki bir jeolog olan şengör’ün “dağların olduğu yerde depremler daha fazladır” şeklindeki ifadesi yanlış mı? hayır o kısımda da doğru bir bilgi veriyor, modern bilim, dediği gibi dağlık bölgelerde daha fazla deprem olduğunu söylüyor. peki o zaman bu taktirde iddia edildiği gibi ayet yanlış bilgi mi veriyor? hayır, ayet de bilimsel olarak hatalı değil.

aslında asıl sorun celal şengör’ün profesyonelce uyguladığı bir laf cambazlığından kaynaklanıyor. şöyle ki; ayeti dikkatlice okursanız “dağların olduğu yerde deprem olmaz” şeklinde bir ifade geçmiyor, dağlar depremi, sarsıntıyı azaltır deniliyor. peki siz olmayan bir şeyi engelleyebilir veya azaltabilir misiniz? tabiki de hayır, aslında tam tersine deprem olacak ki “depremi engeller/azaltır” cümlesini kurabilelim. ayetten “dağların olduğu yerde deprem olmaz” gibi kesin bir sonuç çıkmamaktadır. celal şengör’ün kurduğu cümleye baktığımızda ise muhattabını yanıltmak için cümleyi “dağlar depremlerin sebebidir” ve “ayet dağların olduğu yerde deprem olmaz diyor” imasında bulunacak şekilde kuruyor. kısacası şengör şöyle bir argüman kuruyor;

1)kur’an dağların olduğu yerde deprem olmaz diyor

2)bilim dağların olduğu yerde depremlerin çok sık olduğunu söylüyor

3)kur’an bilim ile ters düşüyor

şengör’ün yaptığı hatayı daha iyi görebilmek için bunu bir analoji ile anlatalım;

en fazla polis nerede bulunur? en fazla suçun, suçlunun olduğu bölgede olur değil mi? veya şöyle diyeyim, işten çıkmış eve geliyorsunuz ve sokakta onlarca polis arabası ve emniyet güçleri ile karşılaşıyorsunuz. bu durumda aklımıza ilk gelecek şey doğal olarak burada suç içeren bir eylemin gerçekleştiğidir. peki suçların yoğun olduğu bölgede polislerin de yoğun olması polisin suçluları suç için teşvik ettiği veya suçun sebebi olduğu anlamına gelir mi? tabiki de hayır, tam tersine polis suçu engellemek için orada bulunur. peki “polis suçları engeller” cümlesi gayet doğru bir cümledir değil mi? işte tam bu noktada şengör’ün yaptığı safsata şu oluyor;

“hayır efendim, polis suçları engellemez tam tersine polisin olduğu yerde daha fazla suç ve suçlu var”

suçun fazla olduğu bölgelerde polis sayısının fazla olması nasıl ki zorunlu olarak “polisler suçu engellemez” sonucunu vermiyorsa aynı şekilde depremlerin fazla olduğu bölgelerde de dağların yoğun olması “dağlar depremi engellemez/azaltmaz” sonucunu zorunlu olarak vermemektedir. kısacası ayetin verdiği bilgi ile bilimin verdiği bilgi arasında bir çelişki bulunmamaktadır.

peki neden dağların olduğu bölgelerde depremler daha sık gerçekleşir?

orojenez dediğimiz dağ oluşumu, yer tabakalarının kıvrılma ve kırılma hareketleri ile gerçekleşir. bu kırılma ve kıvrılmalar sonucu yükselen tabaklar dağları oluştururken, kırıkların sonucu olarak tabakaların birbirine göre yer değiştirmesi ile de fay hatları oluşur. kısacası fay hatlarının ve dağların oluşumu benzer tektonik hareketlerin iki sonucudur. (2) iki durum da sonuç olmasına rağmen şengör biri diğerinin sebebiymiş imasında bulunarak “correlation implies causation (bağıntının sebebi ima etmesi)” safsatasına başvuruyor.

peki dağların oluşumu sarsıntıları azaltır mı?

şimdi kur’an’ın “sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdik” ifadesine gelelim. dağların oluşması sarsıntıyı azaltır veya engeller mi?

dağların bir etrafındaki zemine göre daha büyük bir kütlesi ve bu kütlenin bulunduğu zemine daha büyük bir basınç uygulamasından yola çıkarak günlük hayattaki fizik bilgimizden de sarsıntıları engellediği veya azalttığı sonucuna varabiliriz. örneğin bir gitarın titreşen tellerine veya dönen bir topaç üstten elinizle bir basınç uyguladığınız taktirde tellerin titreşiminin veya topacın dönme hızının azalmasından daha doğal bir şey olamaz. nitekim ayetlerde dağ olarak çevrilen sözcüğe baktığımızda ise özellikle büyük toprak kütleleri, yüksek dağlar için kullanılan “revasi” sözcüğünün kullanıldığını görüyoruz

bu arada örneğin; belçikalı bir sismolog olan thierry camelbeeck 2016 yılında apennin dağları üzerine yaptığı bir araştırmada, apennin dağlarının giderek ayrı düştüğü ve bunun deformasyona, parçalanmaya bunun da depremlere yol açtığına söylüyor. (3)

dağların sarsıntıları önlemesinde etkili olan bir diğer özelliği de kökleri olmasıdır. (4) burada karşımıza izostazi kavramı çıkıyor. izostazi; yerkabuğunun kütleleri ve yoğunlukları birbirinden farklı büyük parçaları (blokları) arasındaki denge durumuna denir. izostazinin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de tıpkı denizdeki aysberg(buzdağları) gibi karadaki dağların da yükseklikleri ile orantılı olarak kökleri olduğudur. dağların görünen yerin üstünde yani görünen kısmı tüm hacminin 1/10’u iken kökleri tüm hacminin 9/10’na denk geliyor(5) örneğin livescience dergisinin haberine göre himalayalarda bulunan yaklaşık 9 bin km yüksekliğinde olan everest dağının 200 km kadar da kökü bulunmaktadır.(6)

kur’an’da dağların kökleri olduğuna ve sabitlik sağladığına dair bilgiye ise nebe suresinde dağlara kazık benzetmesi yapılarak anlatılır;

biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? (nebe 6-7)

yine örneğin benzer şekilde tevratta mezmurlar 18:7, 104:5, yasanın tekrarı 32:22, yunus, 2:6 bölümlerinde de dağların temelleri olduğu bilgisine değinilir.

o zaman yeryüzü sarsılıp sallandı,
titreyip sarsıldı dağların temelleri,
çünkü rab öfkelenmişti. (tevrat, mezmurlar 18:7)

çünkü size karşı öfkem ateş gibi tutuşup
ölüler diyarının derinliklerine dek yanacak.
yeryüzünü ve ürününü yutup yok edecek
ve dağların temellerini tutuşturacak. (tevrat, yasanın tekrarı, 32:22)

yeryüzünü temeller üzerine kurdun,
asla sarsılmasın diye. (tevrat, mezmurlar, 104:5)

dağların köklerine kadar battım,
dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan;
ama, ya rab, tanrım, canımı sen kurtardın çukurdan(tevrat, yunus 2:6)

engeller mi azaltır mı?

son olarak değinmek istediğim nokta şu ki; ayet depremlerin tamamen engellediğini değil azalttığını söylüyor. şöyle ki; dikkat ederseniz ayette “yeri sarsmaması için” değil “sizi sarsmaması için” ifadesi geçiyor. aslında yer sarsıntıları çoğu bölgede sürekli olarak bulunuyor, örneğin şuan sizin olduğunuz yerde de deprem oluyor olabilir ama bu 3 şiddetinin altında olduğu için bu sarsıntılar insanlar tarafından hissedilmez. yine aynı şekilde 3-4 arası şiddetler de çoğu zaman hissedilmez. (7)

kaynakça ve dipnotlar

1) celal şengör’ün söz konusu açıklamasına şuradan ulaşabilirsiniz; https://youtu.be/-uydlsk20p8

2) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/deprem

3)https://tr.euronews.com/…masi-depremleri-tetikliyor

4)Dense mountain roots - Nature Geoscience

5) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/İzostazi

6)https://www.livescience.com/…in-roots-revealed.html

7)http://www.koeri.boun.edu.tr/…o/bilgi/xmercalli.htm

site link: https://www.islamicrophone.com/…epremi-engeller-mi/

orjinal konu link; celal şengör
 

Technopat Haberler

Yeni konular

Geri
Yukarı