@Nogay Han
Pilotek bana insandan, insan aklından başka bir kaynak gösterebilir misin?
Fiziksel olarak gösteremem çünkü fiziksel olmayan bir şey gösterilemez. Fiziksel bir varlık olmayan yâni doğaüstü bir varlık olan Yaratıcı, sence kendini doğrudan, yâni Evrenin deyim yerindeyse içinden fiziksel olarak insana bildirebilir miydi, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını mantıksal olarak göremiyor musun? Üstelik tanım olarak Yaratıcı ve Evren ayrıktır ve ikincisi deyim yerindeyse birincinin âdeta şekil verdiği bir tür oyun hamuru gibi cansız bir nesnedir. Yaratıcı, Evrenin içinde yarattığı insanlara, Onun varlığını bilgi ile bulamayacaklarını bildiği için doğaüstü erişim kullanarak dolaylı yoldan, elçi seçtiği insanlar aracılığıyla Kendi varlığını ve onları boş yere yaratmadığını ve onların başı boş değil Kendi kurallarına göre yaşamaları gerektiğini "el-Adl yâni âdil olan" sıfatı gereği bildirmeyip ne yapabilirdi acaba? Bu, gâyet mantıklı bir açıklama değil midir? İnsan aklı denen varlığın ise maddesel veya enerji formunda bir varlık olmadığı yâni soyut bir varlık olduğu anlaşılırsa başka soyut varlıkların da olduğunun anlaşılması gerekmez mi?
(...) sözlerin kaynağı insan değil mi? İnsan beyni nelere kâdir?
Elbette insan ağzından çıkan sözlerin kaynağı o insanın özbenliği, kişiliği yâni ruhudur. Ama Kuran'ı-Kerim Kitabını inceleyen birçok Arap Edebiyatı uzmanı, o sözlerin hiç de bir insanın o devirdeki Arapçayı kullanma üslubuna, tarzına benzemediğini ve sahibinin bir insan olduğunu söylemenin mümkün olamayacağını ve bu yüzden üstelik çok da yüksek bir eğitimi, şairliği veya felsefeciliği olmadığı bilinen Hz. Muhammed'in o sözlerin aslî kaynağı olamayacağını ifade etmişlerdir ve ayrıca Yaratıcının sözlerinin Hz. Muhammed'e iletildiği "vahiy" denilen doğaüstü erişim olgusu ile ilgili etkileyici tarihî kayıtlar yâni şâhitler de vardır. Bu da sizin anlamanız gereken güçlü bir kanıt değil midir?
İnsan beyni, sadece insan vücudunun duyularla topladığı ve sinir sistemi ile ilettiği sinaptik verilerin yâni duyumsal bilgilerin sitemli olarak kaydedildiği ultra-kompleks bir veri merkezi konumundadır ve maddesel bir varlık olup görünmez bir arayüz ile onu kullanan özbenlik, bilinç, kişilik veya ruh olarak bilinen bir kullanıcısı vardır ve maddesel bir varlık değildir, olamaz da, çünkü aksi halde bilimsel yöntemlerle izole edilebilirdi. Duyumsal bilgiler dış dünyadan yâni vücudun dışından veya içinden geliyor ama bilişsel bilgiler yâni kişinin kendi varlığını bilmesi, karar vermesi, sevmesi veya sevmemesi gibi bilgilerin oluştuğu yer olan o karmaşık zihinsel evren sizce de soyut bir varlık değil midir? "Düşünüyorum öyleyse varım." düşüncesini beyin mi üretiyor yoksa maddesel olmayan bilinç mi? Beyin üretiyorsa ki, kendisi maddesel bir varlıktır, ürettiği varsayılan düşüncenin soyut olması yâni maddesel olmadığı için atom gibi yapıtaşlarına kadar indirgenebilecek bir varlık olmaması, düşüncenin aslında maddesel olmayan başka bir varlığın yâni ruhun ürettiğini gösterrmez mi? Ruh, veya kişilik, beynin fonksiyonel bir çıktısı değil tam tersine onun verdiği gerçek zamanlı işlenmiş devâsa sinaptik veri tabanını görünmez bir arayüzün ardından deyim yerindeyse görüntüleyen ve kullanan bir operatör olamaz mı? Evet, insan beyni ultra-kompleks bir veri merkezidir ama onu kullanan bir operatör yoksa neye kâdirdir?
Bu arada yazında inancının propagandasını yapıyorsun sadece pilotek
Bu coğrafyanın öyle bir inancı var ki 24 saat düşünmekten alıkoyuyor mensuplarını.
24 saat düşüncelerini esir almış bir inanca sahipler.
1100 lü yıllarda bu esareti kırabilecek müslüman düşünürler felsefeciler doğdu tam aydınlanıyordu ki kılıçla kandırmacalarla iktidar hırsı ve dincilerin cincilerin saçmalıklarıyla tekrar esir edildi bu coğrafyanın insanı.
Propaganda aslında siyasi amaçlarla toplumlara empoze edilen ve maalesef diktatörlüklerde çokca görüldüğü gibi, kötücül bir uygulamadır. Sence kötücül bir amaç taşıyor olabilir miyim?
Maalesef kendileri
dine uymadıkları için dini kendilerine uyduran yerin dibine batasıca
Emevî zihniyetinin dine verdiği muazzam tahribatın etkileri devam ediyor ve artçıları, uzantıları günümüzde de aynı çirkin şekilde faaliyet gösteriyor. Cübbe-sarık-fes-sakal-türban-badem bıyık-istismar-rant-talana takıldıysanız bunun
dinin doğrusu veya
doğrusu olan din olmadığını özellikle belirtmek isterim. Zaten kavga budur. Dinin bozulup "Fakire din-iman, kendine han-hamam" şeklinde dayatılmasına ben de itiraz ediyorum ama buradan kesinlikle "Tanrı yoktur, Tanrı öldü, insanı Tanrı değil, Tanrı'yı insan yarattı" sonucuna varmak hiç de mantıklı değildir. Varsayalım ki Hz. Muhammed'in uyardığı Allah ve bildirdiği din bir uydurma, o zaman ne siz ne de ben ölünce birşey kaybetmeyiz veya kazanmayız. Ama öldükten sonra ikinci varsayımın gerçekleşirse ne olacak? Çünkü bilimin, insan öldükten sonra cesedi toprağa karışır, iskeleti kalır gözleminden başka söyleyeceği birşey yoktur ama dinin, öldükten sonra olacaklar için söyleceği birşey vardır ve amacı da zaten bunu söylemektir. İşte tam da burası dinin gönderilme sebebi olarak karşımıza çıkar. Öldükten sonra kazanma ihtimali veya kaybetme ihtimali varsa ki, bilgi olarak doğrulanamaz ama inanç olarak kabûl edilir, o zaman önlem almak bilginin değil inancın gereğidir. Tercih zordur, geri dönüşü de yoktur ve tercih sizindir!